şehrin bütün camlarını açık unuttu birisi,

kurander,

kemik titretti.

terminalde o otobüs gelmez.

ne kadar üşürşem, bir o kadar daha gelmez. 

son sigaram 45 dakikadır elimde.

öyle bir karanlık ki gece,

o bile yanmak istemez.

barok dönemden bir şeyler mırıldanıyorum.

o kadar ikna değilim ki mırıldandığım şeye,

şiddetli titriyorum.

ben bu ruhu,

öyle arazilere soktum,

öyle patikalara daldım ki,

her yerini çizdim.

kemiklerimdeki sallantıyı,

bu nedenle sadece hava koşullarına bağlayamıyorum.

benim de üşüyesim var biraz.

saatler geçtikçe durakta, vicdanımla yüzleşiyorum.

çok insanın güneşini aldık elinden.

bizim binanın havalandırma boşluğundan,

bir tek benim sesime duyamaz komşular;

öyle bir sessizlik hali.

kelimeleri yan yana yakıştıramıyorum artık;

öyle bir ayrılık hali.

bazen koltuğu meşgul etmem boş evde,

mutfakta, ocağın dibinde, yerde, bütün gece...

öyle bir sansasyonel hüzün.

bitmiyor,

geçmiyor,

açık olalım;

geçer diyenlerde pek fazla biplenmiyor.

benim tarafımdan...

ve bu esnada hala otobüs gelmiyor.

artık sigara elime yapıştı,

o da benim gibi anlamını yitirdi.

sadece bir kağıt ve yerde yetişen bir bitki...

sigara bile anlamsal olarak parçalandı.

benim tarafımdan...

ki aynısını kendime yapıyorum;

bir iskelet ve ikinci el iç organlar.

bir de artık mideme dokunan şaraplar.

verdiğimiz her kırıntıyı bizden ekmek olarak aldılar.

sevgiyi de, nefreti de...

ayrıca otobüs o kadar gelmedi ki;

yanımdaki teyze tırnaklarını kesiyor durakta.

çıt, çıt, çıt...

barok dönemi sevmedi demek ki...

gıy, gıy, gıy...

bazı mezarlıklar yakın olmalı...

bazı şeyler hiç yaşanmamalı teyze...

ve teyze;

bu şehrin camları kapanmalı...

senin tarafından.

otobüs mü;

gelirse bineni...