Eğer geçmişe dönebilseydim hiç şüphesiz lise yıllarıma dönmek isterdim. İnsan büyüdükçe anlıyor samimiyetin ne kadar da kıymetli bir şey olduğunu. İşte buram buram samimiyetin koktuğu o yıllarla ilgili yazmak istedim bugün. Saçmalamaktan korkmayanlarla birlikte yaşadığımız inanılmaz hikayeler, yarılırcasına güldüğümüz ve cesurca aşık olduğumuz yıllardı o yıllar. Benim mesela, o yıllarda aşık olduğum kişi arada aklıma gelir ”acaba ne yapıyor” diye sorarım kendime. “Onun da aklına ben geliyor muyumdur?” diye merak ederim. Eğer ben unutmayıp şu an bunları yazıyorsam eminim o da unutmamıştır. O yıllarda bir hocamız vardı. Geometri derslerine gelen, okulda çok sevilmeyen, eli sopalı ve disiplin kurulu başkanı olan Sübhan Hoca. Çok ilginçtir. Okulda sevilmeyen bu hoca, bizim arka beşliyle enerjisi tutmuş, bizi çok sevmekte ve sadece biz tarafından çok sevilmekteydi. Aslında sebebi şuydu: yukarıda da dediğim gibi saçmalamaktan korkmayanlar olarak biz, dersinde saçmaladığımız için bizi çok sevmiş ve eğlenceli bulmuştu. Canı sıkıldığında, bunaldığında, sinirlendiğinde bizi tahtaya kaldırır ve saçma sapan şeyler yaptırırdı. Tek derdi bizimle eğlenmek ve keyfini yerine getirmekti. Biz de gayet kendimizle barışık, özgüvenli insanlar olarak bu duruma alet olup bütün sınıfla beraber gülüp eğlenirdik. Bir gün martı olup beşimizin birden sınıfın arkasından tahtaya doğru göç eden kuşlar gibi uçmaya çalışıp kuş taklidi yapardık. Bir gün el ele tutuşup üç erkek se-le-na, se-le-na, se-le-na deyip Selena'yı çağırırdık. Komik, ama bir yandan da trajikomik bir meseleydi bu. Ne olursa olsun keyif alıyor, gülebiliyor ve bir şekilde mutlu olabiliyorduk o yıllarda. Her şey çok samimiydi. Hiçbir çıkar ilişkisi olmayan, birbirimize sıkı sıkı bağlandığımız, tek derdimizin gülmek, eğlenmek olduğu o yıllardı belki de güzel olan yıllar. Çok çalışkan bir çocuk değildim. Yıllarca karnemde değişmeyen tek şey hocalar tarafından karneme yazılan “zeki ama kafa başka yerlerde“ yazısı oldu. Buna nazaran lise son sınıfta kendime bir amaç edinmiş, tiyatro bölümüne hazırlanmaktaydım. Dolayısıyla da ders çalışmak zorundaydım. Ben bir amaç edinmiştim ama arkada kalan diğer dörtlü amaç edinememişti. Dolayısıyla derslerim iyi olduğundan kopya verme sırası da bana gelmişti. Bir gün edebiyat sınavında arka beşlinin bir üyesi “bana sınavda yardım eder misin kanka?“ demesiyle bir maceraya çıkmış bulunduk. Sistem şu: İki grup (A ve B) kağıt var, sınavın ilk on beş dakikası kendi kağıdımı bitireceğim, sonra kağıtları değiştirip onun kağıdını dolduracaktım. Hoca geldi. Kağıtları dağıttı ve sınav başladı. İlk on beş dakikada kendi kağıdımı bitirdim. Sonra kağıtları değiştirdik. Her şey mükemmel gidiyordu ki, yanımdaki şahsiyetin benim kağıdımla yandaki kıza kopya verirken yakalanmasına kadar. “Ulan kopya istiyorsun, bir de yetmezmiş gibi yanındaki kıza benim kağıdımla kopya veriyorsun. Mal mısın oğlum sen? Sana ne ulan o kızdan sana ne!“ diyemedim. Tabii hoca bunların kağıdını aldı “Sizin sınavınız bitmiştir. Sonra görüşürüz.” dedi. Kağıtları masaya koydu, bir baktı ki üstünde yazan ad soyad benim adım soyadım. Ağır ağır yanıma geldi. Çekti kağıdı elimden “Senin de sınavın bitmiştir Kerem, seninle de sonra görüşeceğiz.” dedi. Önce müdür yardımcısının odasına gidip bir dayak yedik, sonra da hep birlikte disiplin kurulunu boyladık. O yıllarda çok dayak yediğimiz için dayak yeme faslı bizim için çok da önemli değildi. Ben durumu bizimkilere açık açık anlattım. Okuldan çağırılacaklarını bildiğim için benden duysunlar istedim. Veli toplantısına bile göndermediğim babam bir hafta sonra okula geldi. Şans eseri babamla görüşen hoca, uçan martı taklidi yaptıran, el ele tutuşturup Selena'yı çağırtan, arka beşliyi çok seven aynı zamanda okulda bizden başka kimse tarafından sevilmeyen Sübhan Hoca'ydı. Hayattaki bütün şansımı burada kullanmış olabilirim. Çünkü okulda beni seven tek hocanın disiplin kurulu başkanı olması evrenin bana yaptığı çok kıyak hareketti. Sübhan Hocam babama “Kerem'i çok seviyorum, maşallah çok terbiyeli, düzgün bir çocuk yetiştirmişsiniz. Bu meseleyi de dert etmeyin ben halledeceğim. Okulda sevdiğim nadir öğrencilerden bir tanesidir.“ demesiyle, ben evde dayak yemeği beklerken babamın yanaklarımdan öpmesi, “Aferin oğlum hep böyle ol, gurur duydum bugün seninle” demesiyle son buldu. Bu durumun nasıl buralara geldiğini hala anlamamışken hem okulumu, hem arkadaşlarımı, hem hocalarımı, hem de o yılları çok özlüyorum. İnsan büyüdükçe sorumlulukları artıyor. O sorumluluklar bize gülmeyi, eğlenmeyi, unutturuyor. Hatta ileriye gidip daha da acımasız olabiliyor. Gülmeyi, eğlenmeyi, aşık olmayı, içinizden geldiği gibi yaşamayı unutmayın. Samimi olun. Muhabbet edin. Makro sıkıntıların içinde, mikro güzelliklerden bir tanesidir samimi bir şekilde muhabbet etmek.