Bazen çok ağlamak geliyor içimden ve bu birden oluveriyor. Sanki biri bana sert bir tokat atmış ya da çok ağır konuşmuş gibi zoruma gidiyor. Kendime sanırım yine kötü şeyler söylüyorum. Bu kendime ettiğim zorbalığım ne zaman sona erecek artık sahiden bilmiyorum.
Her gün tekrar yeniden uyanıyor ve bir amaç bulmak için savaşıyorum. Bence savaşmak doğru kelime de değil çünkü bu kadar tükenmiş bir ruhun savaşma gücü de olamayabilir. Ama belki de sahiden yorulmuşumdur. Şimdi gerçekçi bakarsak tv karşısından ayrılmayan, her ne olursa olsun kılını kıpırdatmayan insanlardan da olabilirdim. Ama ben yer değiştirdim. Ve bu çok sancılı.
Üstelik kabul görme dürtüm de asla azalmıyor. Ve reddedilince asabileşiyorum. Sen kimsin, diyorum. Sen bunu bana nasıl layık gördün, diyorum. Halbuki bunu kendine layık gören de ben değil miydim?
Herkesin ne düşündüğünü merak ediyorum, kendi fikirlerime ulaşamıyorum. Zihnimin içinde kaos var ve ben sadece sarılıp sakinleşecek birini arıyorum. Kimse duygularım varmış gibi davranmıyor. Dışarıdan bakınca obje gibi mi duruyorum?
Ölsem, bugün ölsem, dünyada kaç yaprak kıpırdar bilmek istiyorum. Sadece kendi varlığını gerçekleştirmek, her gün bağıra bağıra ben de buradayım demekle yaşanmaz, yaşanmıyor. En çok kendimi hayatta olduğuma inandıramıyorum. Değilim, değilim, yokum, hissetmiyorum, çok açım, saatlerce masadan kalkmayacak, gizli saklı sağda solda her bulduğum şeyi tıkınacak kadar çok açım. Var olduğumu hissedebildiğim tek kaynağımın yemek yemek olması ne acınası.
Bir hayvan gibi dürtülerinden ibaret, açlığına esaret yaşayan bir insan, keşke bir hayvan olsam ve bu kadar acımasam. Saatlerce dayak yesem ve bu yaralara duyarsızlaşsam.
Saçmalamak gibi gelecek biliyorum. Toplasan üç kişi hemfikir olur belki. Ama bıraktım ya. Sahiden anlaşılır olmayı, daha iyi olmayı, buraları aşmayı bıraktım. Her an bir kazaya kurban gideceksem ve suya atılan bir taş kadar etki yaratmayacaksam, ne anlamı var ki bunca çabanın, bunca anlamın, bunca acının.
Siz beni ne sanıyorsunuz bilmem ama ben zavallı bir insanım.