gözümün önünde bir fotoğrafın var Gülşen

ayaklarının atında uzanıyor 

seni camlara sevinç çığlıklarıyla koşturan beyaz sevincin

sen kirlenmemenin 

burnunun ucunu göğe denk tutmanın

ve 

ancak 

yalnız kaldığında yenilmenin kadını

biz seninle ikimiz

kendi dünyalarımızın kötüleri

sürprizlere telaşlı, sessiz

hoyratlığımıza bin yıllık hatırlar kurban eden

rağmen ve birlikte en azından yine de iyileri olarak bu dünyanın

birbirimizin karanlığına perde aralıyorduk 

yaşamayı ciddiye alıp

hayatı tiye almak gibi yirmilerinde huylarımız vardı

anlarımız, anılarımız; yirmilerinden alacaklı

seher, mehtap ve kuşluk 

zihnimi uykulara kaçıran bir beton yığını olarak yatağa serildiğimde 

sen beş vakit kitaplar okurdun 

anlamak için beni

ayağımın altında ahengiyle parçalanıyor 

camlar arkasından söyleştiğin beyaz sevgilin

karı doyurmak için daha kaç şehri rengine boyamak lazım gelir?

gitgide artıyor

çoğalıyor ve taşıyor seni rüyama 

yaşama aç bir ölü olarak yüksek sesle konuşuyorsun

ben içime sığınıyorum sesler yükseldikçe:

anneler ölür mü?

saçlarımda duvar sıvası

en iyi bildiğim şeyi yapıyor

duvarlarla birlikte yerle bir oluyorum

içimden eli boş

gözlerim ölü dönüyorum ki

suretimde saklıdır suretin

kendimden 

sanki teninden hiç kumları temizlememiş gibi gelen kendimden

kapılardan döndürülmüş

sömürülmüş

küstürülmüş ve böylece

her gün doğumuna kendini doğuran kendimden 

bile

elim boş dönüyorum 

Gülşen açlığını ölülüğüne yoruyorum

yüksek çıkmalı ölülerin ve ölmüşlüğün sesi

ölümün yok oluşu temsiline bazen

hiç yorulmadan asabımı bozuyorum

rüyamda bir sinema salonunda hayattan

kandan ve uykudan arta kalan yüzümü sana dönüyorum

memendeki süte yoksunluğumu kurcalayan açlığımla

sen ve ben

iki yaşamış

iki ölümü görmüş

iki genç ve iki yaşlı olarak filme izlettiriyoruz kendimizi

makarada sorunlu bir kare gibiyim Gülşen

ait olduğum sahneyi ararken savruluyorum

silkelenemiyorum

kirpiklerime adının ağırlığından gülleler bağlıyorum

senli rüyalara bir geçit olsun diye ağırlaşan gözlerim

gülle ve şen

gül neşen adınla yaşadı Gülşen

böyle umuyorum

esirgenip bağışlanmak ister gibi

kutsal sayılan ne varsa yerlerine adını koyuyorum

adınla karanlık sabahlar karşılıyorum Gülşen

kararmış gözaltlarımla

esirgenmekten sanıyorum çok uzağım

ama galiba bağışlanıyorum

öyle sabahlarda alevi titreyen incecik bir mum gibi ben

aldığım her yaşta annemin doğum sancılarını çekerken

parmaklarımı kaburga kemiklerimde dolaştırırdım

göğsümde çırpınan bir şey vardı

o ürkek, kaygılı çırpınışı kuşa yorardım

bu yüzden parmaklarım eşelerdi kaburga altımı

önce kırılan

sonra soran 

kuşlara minnet etsek, bizi vururlar mı Gülşen?

yeniden 

yeniymiş gibi kaynamak için kırılan

liflerden kanatları olan kuşlar hayal ederdim ben

alnımı kaç gece

ama kaç gündüz duvarlara

saçlarımı çok ev değiştirmiş

en az senin kadar 

en çok ruhum yaşı kadar yaşlı fotoğrafta dizine dökerdim

ölü gözlerim 

ve 

mutluluğunla büyüyen gözbebeğin fotoğrafta

her şey birbirine karışırdı

çarşaflar tenime

kuşlar toprağa

ve balıklar da gökyüzüne

yaşayanların dünyasında evet Gülşen 

böyle klişeler olurdu

kaslarıma bir ağrı daha hediye eder

kronikleşen acıların nöbetini tutardım ben

evet bunu yapardım

çünkü müşkül boynumu ölgün karlı yollar gibi göğsüne yığamazdım

saksıda çiçek toprağına mı küsmüş?

bana ne olurdu Gülşen

kim yerini sevmemiş

kim barkında varoluşunu kendi denkleminde yadırgayan 

ben durduğum yerde

öylece

hüznümü hıncıma böyle teslim ederdim

son yirmibeş yılın en karlı kışı

bunu sana anlatamazdım

muhatabının sen olmadığı her şey 

dökülen derileri yeni kanlara gebe yumruk olur otururdu boğazıma

derdimi sen sayıp toprağa demeye alışamazdım

yükselip alçalan borsayı

her ay durmadan kapılarımızı aşındıran faturaları

ve yorgun düşüp durmayan dünyayı

ölülere haksızlık buluyorum Gülşen

çağdan geri kalıyorum

ölümü hiçbir olgu bastıramaz sanıyordum

yanılıyordum

haksız çıkıyordum

yaşatmak umudu

yaşatmaya ölesiye verdiğin çaba 

ölümün üstünde Gülşen

artık en azından bir şeyi çok iyi biliyorum