bu aralar ne dinleyeceğime bir türlü karar veremiyorum. ne yiyeceğime de ne giyeceğime de ne içeceğime de... kararsızım. hoş, çok fazla seçeneğim de var denemez. ne kadar az seçenek olursa olsun ortada seçmem gereken şeyler var. ne seçeceğim?


ne giyeceğime karar vermekten vazgeçiyorum. şu an üzerimde bulunanları giyeli üç gün olmadı. pek de değiştirmeme gerek yok diye düşünüyorum. değiştirmek için bi sebep bulamıyorum. bir şey yemekten vazgeçiyorum. dün gece uyumadan önce yemek yemiştim. şu an kalkıp yemek yememi gerektirecek bir sebep de bulamıyorum. doğrusunu söylemek gerekirse -gerekmiyor- kalkmaya üşeniyorum. bu yataktan çıkmak istemiyorum. ömrümü burada geçirebilirim. hayır geçiremem. kendimden çok sıkıldım. sürekli bir şeyler yapasım var ama bir şeyler yapmak da istemiyorum. yataktan çıkıp perdeyi açıyorum. güneşi görüyorum. güneşi görmek istemiyor gözlerim. camı açıyorum biraz temiz hava almalıyım. kuş sesleri geliyor odama. etrafta kediler görüyorum aynı anda köpekler de görüyorum. ne kediler köpeklerden kaçıyor ne de köpekler kedilere karışıyor. olmuyor hiçbir şey. onları birbirlerine düşüren de insanlardı, bir zamanlar dışarıda kol gezen gürültünün sebebi de insanlardı. kafamı kaldırıyorum. karşı apartmanda en üst kattaki amcayla göz göze geliyoruz. saçlarını kesmiş. ben de kestim. kesmeden önce, kessem mi diye düşünmedim. aynanın önüne geçtim ve kestim saçlarımı. beğendim bu yeni saçlarımı. değişiklik olmuş oldu. neyse, ne diyordum? üst kattaki amca saçlarını kesmiş. biraz fazla mı kesmiş acaba? parlıyordu kafası. olsun. iç sıkıntısı saçlarını kesince gidiyorsa demek... bir dakika geçmeden camı kapatıyorum. perdeyi çekiyorum. şöyle bi' odama dönüyorum da her yer her yerde... masamın üzerinde yarım kalmış kahveler, yarım kalmış makarnalar... yerde çoraplarımı görüyorum. yeşil çorabımın bi' tekinin içine üzerinde boğa olan kırmızı çorabımın tekini koymuşum. kapının arkasında duruyor. çorapları severim. halının üzerinde beş altı renkli küçük top var. masanın yanındaki sehpada çikolata paketleri, içilmemiş ilaçlar var. hemen yanında kırmızı ruj ve deodorant görüyorum. yerde bi' battaniye var. masanın altında telefonumun parçaları var. paramparça yaptığım telefonumun parçaları... parçalarken elime batmıştı parçalar, hâlâ acısını hissediyorum. yerde yırtık kağıtlar var. masanın sağında çekirdek çöplerini biriktirmişim, öylece duruyor bir yığın çekirdek çöpü... ne düğmesi olduklarını bilmediğim düğmeler görüyorum sarı, siyah. bir sürü ıvır zıvır. duvarlar çok mu boş? birkaç çerçeve iyi olabilirdi. koltuğun önünde bardak var. koltuktan düşmüş olmalı, içindeki su dökülmüş. koltukta bi' kitap. çözülmemiş sorular... pencerenin solunda yerden yukarı üst üste dizdiğim kitaplarım duruyor; okuduklarım ve okumadıklarım diye ikiye ayırıp dizdim. kitapların üzerinde çok sevdiğim bi' söz asılı. arada okuyorum. yalan söyledim, okumuyorum. oraya asarken bana farklı şeyler hissettirmişti. astım, bir daha dönüp bakmadım. hoş neye dönüp baktım ki? bakmıyorum hiçbir şeye. geride bırakıyorum. aynı yerdeyiz ama onlar terk edilmiş ben tarafından. okuduklarımın en üstünde sabahattin ali'nin canım aliye ruhum filiz kitabı duruyor. çok defa okudum. her okuyuşumda yeniden içine çekti beni bu kitap. sabahattin ali'nin eşine yazdığı mektuplardan oluşuyor. okurken birisi - herhangi birisi- o mektupları bana yazmış gibi düşünerek okuyorum. mektup yazdım daha önce ama böylesini yazamadım. böylesini yazamayız. sabahattin ali çok farklı seviyor, çok güzel seviyor. her mektubunda o sevgiyi hissedebiliyorum. ben böyle hissediyorsam aliye'yi düşünemiyorum. her neyse, sabahattin ali hayranlığımı da belli etmiş oldum. yerlerde kirli mi temiz mi olduğunu bilmediğim kıyafetlerim var. kapının arkasına ıslak havluları asmıştım, kurudular mı dersin? kendi karantinama girmeden önce havalar soğuktu, en son dışarı çıktığımda montumu giyerek çıkmıştım. o gün eve gelince kapımın arkasına astım, hâlâ orada duruyor. kaskatı kesilmiş. 56 gündür orada duruyor. muhtemelen onun da canı sıkılıyor. zaman geçmiyor ama bir o kadar da zaman geçiyor. hiçbir şey yapmak istemiyorum. odamı toplamamı söylüyorlar. toplamıyorum. neden sana dağınıklığımı anlatıyorum? bilmiyorum. kafamın içi, odamdan farksız değil. aynı anda iki üç şey düşünüyorum, hiçbirini tam manasıyla düşünemeden uyuyakalıyorum. evde durmanın vermiş olduğu bunalmışlık hissi beni böyle olmaya zorluyor. masaya geçiyorum. biraz çalışmayı düşünüyorum. düşünmekle kalıyor, üşeniyorum. bugünü de uyuyarak geçirmeye karar veriyorum. her günüm böyle geçiyor. gördüğün gibi hiçbir şeye hevesim kalmadı. uyuyabilirim ölene kadar. hiçbir şey yapmadan öylece uyuyarak geçirebilirim günlerimi. sahi ne diyordum yazının başında? seçimler, evet seçimler. bir kitap seçiyorum uyumadan önce okumak üzere ve yatağa giriyorum, kitabı hemen yanı başıma koyarak uyuyorum. okumayacak mıydım? belki sonra.