Odanın kokusu sızı, odanın hissi usanç. Görüntü küllük, İzmarit, sigara tepsisi, kıvrık bir yirmilik, boş tabak, yarım kadeh, çorap, pantolon, nutella, beyaz bir dolap, komidin niyetine küçükbir tabure, iki adet telefon, hoparlör, ayna, kırmızı ağır perdeler, hafif ışık, az biraz gökyüzü, biraz kahve. Biraz ter, biraz sıcaklık, uyku, baş ağrısı, ağzımın içi karmaşa, hafif çarpıntı, diş ağrısı, kararsızlık, su ihtiyacı, başım ağır, kıpırdanma, günaydın, günaydın, gülümseme.

Ayağa kalk ve mutfağa git iç sesi, su içmem lazım iç sesi, sigara sarmaya başlama.

Sigaramın ilk nefesini çektikten sonra yanımda bir kıpırtı. Tekrar gülümseme.

-Ben de istiyorum.

Sigarayı dudaklarına götürdüm. İki nefes. Her zaman ki gibi.

Sonra ben bir kaç nefes daha. Hafif doğruldu. Bir kaç öpüş. Sonra sigara.

-Su ister misin hayatım?

-Olley, çok ihtiyacım var.

Gülücük.

-Kahve de ister misin?

-Evet, teşekkür ederim.

Büyük bir sırıtma. Yastığa rahatça uzandım. Sigaradan bir nefes daha, yeter ya içmicem iç sesi, ağzım küllük oldu iç sesi. Yataktan kalktım, banyoya doğruca, dişlerimi fırçalayıp mutfağa geçtim. Dolu su bardağını uzattı, içtim. Oh hissi, tazelenme hissi.

-Yardım ister misin?

-Kahveleri koyabilir misin?

-Tabi ki efenim.

-Pankek yapıyorum, reçel mi çikolata mı istersin?

-İkisini de. Bi dee meyve.

-Ahah tamam. Bana bir sigara sarar mısın peki?

-Tabi kii, kahveniz de burada. Sigara da birazdan hazır.

Aslında tatlıyız lan düşüncesi. Sigara için odaya tekrar dönüş. Odanın hissi usanç. Sigarayı sararken, ne zaman gitsem düşüncesi. Buraya ilk geldiğimde sabah erkenden uyanıp gitmiştim. Şimdi neredeyse üç yıl olmuştu.

Onun beni tanımasını, onu tanımayı seviyordum. Aramızda sessiz bir anlaşma vardı sanki. Her şeyi o odada bırakıyorduk. Sabah erkenden gittiğim gün gibi.

Elimde iki sigara ile mutfağa döndüm. Pankekler neredeyse hazır. Kahve sigara faslı, masa hazırlamaca, kahvaltı az ve zorla, bolca muhabbet, kaldığımız yerden. Bu güncellemeler hangi ihtiyacımızı karşılıyordu bilmiyorum. Biri bilsin mi istiyorduk yıllar geçtikçe olduklarımızı, olamadıklarımızı, hayallerimizi, hayal etmekten vazgeçtiklerimizi. Arkadaşlar bunun için yeterli değil miydi? Yani yetebilirdi aslında. O zaman yalnızca bu olamazdı.

Salonda ışık, tatlı. Bir şeyler yedikçe yeniden bir yorgunluk hissi geldi. Onun için de öyleydi ki kanepeye geçelim mi teklifi aynı anda.

-Peki sana bir şey soracağım, sen neden her geldiğinde evin konumunu istiyorsun?

-Bilmiyorum ya, asla aklımda kalmıyor sokak ve apartman.

-Sen beni hep dışla zaten.

-Ya üff. Bilinç dışımdan sorumlu değilim.

Gülüyoruz. Çünkü bunun pek de önemi yok biliyoruz.

Biraz heycanla akan muhabbet. Şehrin pis ve kaos hali. Hikayeler. Kusmalar. Buz gibi soğukta, bilmem hangi ara sokakta, ağzına kadar alkol yerde uzanma, bir parkta arada bir yanına gelen arkadaşa "Kimsin sen peşimi bırak, sivil misin yoksa ?" sorusu, sabah karşı kimdi hatırlama, bir barda çalışırken alınan "Bu gece güzel bir evde uyumak ister misin?" teklifi, Tarlabaşı'nda sen mahalledensin evine git abla diyen çocuklar, bir mekandan "Çıkışınız verildi." cümlesi ile ayrılma, muhasebe sanki esprisi, Üsküdar dolmuşunda hiç olmayacak bir anı.

İkimiz de bu şehri seviyoruz, ikimiz de nefret ediyoruz. Hala Asmalı'ya, Mis sokağa, bilmem hangi arka sokaktaki dans mekanına gidiyor sonra da öfkeleniyor, üzülüyor, küsüyoruz. Şehrin yaşayan bir organizma olduğu zamanlara tutunuyoruz. Ama bu da değildi sebep.

Saatlerce muhabbet, yeme içme, hızlanan kafa, nefeslenmeler, sarılmalar, dize yatmalar, uyku, ama en çok usanç.

-Ne izleyelim.

-Ben birazdan gideceğim. Randevum var.

-Ne, randevun mu var?

Kahkaha.

-Öyle değil. Doktor randevum var. Haha.

Bir önemi olmadığını ikimiz de biliyoruz.


Hazırlanıp çıktım. Sokağa çıkmakla, her zamanki gibi iç akışım "normaline" döndü.

Evet biliyorum. Aslında her çıktığımda biliyorum bunu. Sonra unutuyorum.

Odanın hissi, sabahın hissi usanç.

İkimizin de hissi usanç. Sabah, akşam, öğle, gece; yerken, dans ederken, dokunurken, yürürken, çalışırken, heycanlanırken.

Birlikte vakit geçirmek, bıkkınlığımızı, usancımızı gizlememizi gerektirmiyor. Kimse de gücenmiyor.

Odaya bırakabilirim sabah, içimdeki sızıyı. Geceden bıkmış, sigaradan bıkmış, nefeslenmekten, yükselmekten, düşmekten bıkmış bir gülümseme ile günaydın dediğinde yarım yamalak bir günaydın sorun değil.

Caddeye çıktım, metroya yürürken fark ettim. Yine sokağa, apartmana dikkat etmemiştim. Unuttum. Doktora da gitmedim.