Uykusundan çığlık atarak uyandı. Terden sırlsıklam olmuş yüzünü ellerinin arasına aldı ve ağlamaya başladı. O halde ne kadar ağladı bilinmez, neden sonra kalktı, elini yüzünü yıkamaya gitti. Aynanın karşısında ağlamaktan kızarmış gözlerini ovuşturdu.
Hep aynı rüya. Ordu karargâhından bir silah ile ayrılıyor. Komutan arkasından bağırıyor ama sesi bir türlü anlaşılmıyor. Komutanın sesini duyuyor aslında ama anlamıyor. "Bilmiyorum." diye düşündü. Siperlerin biraz ilerisinde çatışmanın olmadığı bir karanlıktan belirsiz bir ses işitiyor. Sese doğru ilerlerken ayağına bir şey takılıyor. Sanki biri ayağına sarılmaya çalışıyor. Çabucak kurtuluyor ondan ve sesin kaynağına ulaşıyor: Yaralı bir düşman askeri. Acıdan kıvranıyor yerde. Onu görünce yalvarmaya başlıyor kendi dilinde. Ama nafile. "Kahretsin!" diye söylendi kolunu tuvaletin kapısına çarparken.
Önce şöyle bir bakıyor askerin yüzüne. Ama şimdi yüzünü hatırlamıyor. Sadece gözlerini, gözlerindeki o korkuyu hatırlıyor. Bir de... Bir de yüzünün ortasındaki yarayı, elmacık kemiklerinden çenesine kadar uzanan yarayı.
Yaralı asker, son bir gayretle yerde sürünerek ayaklarını yakalamaya çalıştığı sırada yediği tekmeyle birlikte sırtüstü uzanıyor yere. Askerin sesi kesilince göğsüne üç el ateş ediyor. Burdan sonrası çok bulanık, hayal meyal hatırlıyor. Bazen bir oyuncak ayı buluyor elinde, bazen bir kıl yumağı. Ama mutlaka bir şey görüyor elinde, nereden geldiğini bir türlü anlayamadığı bir şey. O elindeki şeyin korkusundan mı, olayın şiddetinden mi, yoksa duyduğu bir ses yüzünden mi, çığlık atarak uyanıyor her seferinde. Gözleri yaşarmış, yastığı terden ıslanmış oluyor uyandığında.
Banyodaki ecza dolabını açtı. İlaç kutusunu şöyle bir salladı. Sonra boş kutuyu çöpe attı. "Yenisini almak lazım." Mutfağa geçti ama canı hiçbir şey istemiyordu. Küçük bir ekmeğin arasına bir parça beyaz peynir koyup ağır ağır yemeye başladı. Canı nedense zeytin istedi. Hiç sevmezdi hâlbuki. "Bir de zeytin almalı" diye geçirdi içinden.
Montunu giyip çıktı evden. Önce eczaneye sonra bakkala gidecekti. Kahvehanenin önünden geçerken onu görenler hemen lafa tutmaya çalıştı:
—Gazi nereye böyle?
—Harp mı çıktı yoksa?
—Cepheye mi gidiyorsun?
Kahveden gülüşmeler duyuluyordu ama hiç onlara bakmadan yürümeye devam etti.
—Düşmanları öldürmeden gelme ha, sözünü duyunca Gazi nefretle ona döndü:
—Ben kimseyi öldüremem, diye bağırdı öfkeyle. Sesi çatallaştı, öfkeden elleri ve dizleri titremeye başladı.
—Canım kendin için değil, vatan için öldüreceksin.
—Olsun, ben kimseyi hiçbir şey için öldüremem.
—Rüyanda çatır çatır öldürüyorsun ama... Bunun üzerine kahveden yine kahkaha sesleri işitildi.
—Bey amca, seni severim. Kendine sövdürme, dedi nerdeyse ağlayacaktı. Diğerlerine dönüp:
—Ben isteyerek bir köpeği bile öldüremem vallahi. Hem silahtan da korkarım. Ben yapamam. İnanın bana. Gözleri doldu, sesi ağlamaklı çıkıyordu artık.
—Tamam, tamam. İnandık sana. Hadi var git yoluna. Dönüşte uğra da bir kahve içelim, diye söyledi İsmail Bey.
Gazi, hızlı adımlarla toprak yolda yürümeye devam etti. Arada bir gözlerini siliyordu kolunun tersiyle.
—Siz bu gence neden gazi diyorsunuz? Yaşı harbe de yetişmez hem. Kır saçlı, ciddi ve sert bakışlı bir adamdı bu sorunun sahibi. İsmail Bey dünün gazetesini elinden bırakıp ona döndü:
—Onun gazi olması savaştan filan değil. Duydun mu hiç rüyasını? Hah! İşte o rüya onu gazi yapan. On-on iki yaşlarında babası bir iftiraya kanıp anasını vuruyor gözünün önünde. Hani ayağına sarılmaya çalışan biri vardı diyor ya, kendisi aslında. Babasının ayağına sarılıyor vurmasın diye ama... Olaydan sonra da harp bittiği haberi dolaşıyordu memlekette. Herkesin ağzında bir harp lafı vardı. Çocuk sormuş birine, bu harp dediğiniz ne oluyor diye. Adam ne bilsin. Söylemiş o da, düşmanları öldürmektir, diye. Ondan sonra başladı bu; savaş kötü, silahlar kötü, insanlar katil, ölmeyin, öldürmeyin demeye.
—Vay canına!
"Gazi kaçıyor!" diye bağırdı biri. Herkes dışarıda per perişan, düşe kalka koşturan Gazi'ye bakıyordu. Kahvedekiler merakla Gazi'ye bir şeyler sormaya çalıştı ama Gazi kimseye dönüp cevap bile vermedi. Koşup gitti herkesin meraklı bakışları arasında. Bakkalın çırağı yeni gazeteleri getirdi bu arada. Ve ekledi:
—Harp çıkmış!