bilim hizmet ettiği açı bağlamında bir ütopya mı yoksa distopya mıdır? yapılan eylem ve edimler bireyin ya da toplumun ortak aklıyla kimliğe büründüğünde ortaya çıkacak sonuçları kabul edecek normlara sahip miyiz? bu iki sorunun ikliminde insan ve toplum olmanın eklemleri yeniden revize edildiğine kimliklerimiz sayısal veriden ibaret olacaktır. zaten uzun bu tutum uzun süredir geçerliliğini korumaktadır. nasıl mı? geçmişten günümüze bakıldığında bilim bağlamında ya da toplumsal düzlemde kabul edilmiş ve ispatlanmış bir görü ilk başta tezatlığıyla savaşarak daha sonra bunun üzerine koyutlanarak kendi koşullarını dayatmıştır. çünkü yaşadığımız evrende sabit ya da sabit olmayan kurallarla etrafımız çerçevelenmiştir. bu çerçevelenmişlik bize mahkum bir özgülük alanı sunsa dahi yine bizelerin geçmişten günümüze kadar getirmiş olduğu birikimle bunun üstüne çıkarak yeni gibi gözüken aslında sadece eskisinin farklı açılı bir tezahüründen başka bir şey değildir. kısacası toprakta ve tohumda ne varsa meyvesi de bunu barındıracaktır. bu bağıntıdan harektele yeni veya eski olarak atfettiğimiz, sıfatlarla perçinlediğimiz bağlamlar düzeneği değiştirmiş gibi gözükmekle birlikte aslında kendini koruma iç güdüsüyle sadece adaptasyon sürecini var etmiştir. kısacası her keşif ve icat temel mantığı hep aynıdır. yaşamak ve ölmek. işte bu yüzden iklimimizi ve köklerimizi değiştirmeden yeni-eski diyagramında arada kalmış form olarak hayatta kalmaya ve ölmeye devam edeceğiz.

sonuç olarak; bilimin ışığı altında bronzlaşan zihinlere sahip olmakla birlikte; aynı zamanda buna putlarmış gibi tapan ve değiştiğinde bunu kabul edemeyecek zihinlere sahip olanların var olduğunu düşündüğümüzde ya da tam tersi aksiyon söz konusu olduğunda savunmuş olduğu mekanizmaya ihanet eden gibi savları ortadan kaldırdığımızda bilimin ışığını anlayabiliriz. çünkü ilerlemeci bir zihine sahip olduğumuzu düşlüyorsak; tez-antitez bağlamındaki kaideleri kabul ederek yolumuza devam etmeliyiz. bu yüzden mümkün olduğunda daima öğrenmeyle kalın.