"4 Temmuz 1976


Sevgili Halitçiğim,


Mektubuna hemen cevap yazamadım. Bu arada bir haftalığına Marmara Adasına gittik, deniz-güneş vaziyetleri. Çünkü İstanbul’da sürekli denize girmek iyice zorlaştı. Sonra da biraz fazla yandığımız için, beyaz insanlar olarak sıkıntılı geceler geçti. Oysa güzel mektubuna hemen cevap vermek istiyordum. Mektubunu okuyunca Pakize ile birlikte, Halit ne kadar başkadır, dedik; ne kadar insandır, canlıdır, her şeye rağmen hayat doludur, samimidir, ilgisi canlıdır; ve senin eksikliğini –bunları düşününce- daha kuvvetle duydum. Düşündüğümü, hissettiğimi, olduğu gibi anlatacak arkadaş dost eksikliğini duydum. Ve kendisini dinlerken bir şeyler öğrenilecek senin gibi bir insanın yokluğu. İnsanların içi ölmüş Halitciğim. Bana yazdığın satırların arasında seni görür gibi oldum, hayatiyetini hissettim. (Edebiyat yapıyorum sanma) Ve bu ülke seni üzdü, yordu, gücendirdi. İşte onun için abicim, bu ülkede iş yok. Mektubunda dediğin gibi boş “kelleler” var; ve gene dediğin gibi “namuslu ve akıllı eser vermeye” gücü yetmeyenlerin dolapları var. Bir insan kendi işiyle namuslu ve samimi bir biçimde uğraşmazsa vaktini nasıl geçirir? Onun bunun kuyusunu kazmakla geçirir. Çünkü vakit, şöyle ya da böyle geçecektir ve bilirsin ki bütün gerçek kötülüklerin kaynağı can sıkıntısıdır. Kitaplarımla, oyunumla ilgileniyorlar diye beni mutlu sanıyorsun. Ama biliyorsun ki sinema meselesi, kitap basmak kadar basit değil. Bizim araçlarımız basit."



Kaynak: Sevgili Halit: Halit Refiğ’e Mektuplar, Everest Yayınları