Söz konusu içimdeki hedeflerime ulaşamama korkusu olduğu vakit nelerden feragat edebileceğimi düşünüyorum bu gece. Hangi bedelleri ödeyebileceğimi yahut neleri feda edebileceğimi… Geceleri gözlerimin arasına sızmaya çalışan uykuyu reddedip sabahları yastığımın altında bir mayın patlamışçasına bedenimi yerinden fırlatıp koyulur muydum yollara? Ürkek adımlarım hedefimin olduğu bölgeyi çevreleyen dikenli tellerden uzak mı dururdu, yoksa onları çıplak elle adi bir kağıt parçası gibi yırtıp atar mıydım? Kendime verebileceğim bütün olumsuz cevapların soruları "o"nun için tek cevaplıydı: Evet, yaparım. 


Üretmeye ve yaratmaya devam etmek, üstelik benliğini bu uğurda hiçe saymak, o amacın gayrısında önünde dikilenleri yere sermek bazıları için düşünürken göz kırpmaya bile gerek kalmayacak kadar olağan olsa da benim için öyle değil. Amaç ölümsüzlüğe ulaşmasını hayal ettiğiniz bir beste yahut adınızı sanat tarihi kitaplarına yaldızlı harflerle döşettirecek bir resim olsun, bu uğurda her türlü tavrı takınmak mübah mıdır? Üstüne üstlük bu insanların her sabah yataklarından kalkıp hayatın içine akmalarına sebebiyet veren bu arzular, artık onların bir amacı mıdır yoksa onların vazgeçilmez bir parça olarak hayatlarına aldıkları, eşeğin gözünün önündeki havuç mudur? Bu peşi sıra gelmeye devam eden, "o"nun çaresiz hayatına dalmışken aklımda beliren soruları kendime yöneltirken birazcık da olsa acıma duygum yok, cümlelerimin sonuna koyduğum soru işaretlerinden önce kelimelerimin çizdiği resmin, dünyada eser yaratmak uğruna her ama her şeyi yapabilecek insanların olduğunu gösterdiği aşikar ancak benim duvarımda böyle bir resme yer yok. 

 

Kendimi baterisinin başında saatler boyunca, bagetlerini bir süvarinin gümüş, keskin kılıcını düşmanının bağrına doğru savururmuşçasına öfkeyle ve gayretle sallayan "o"nun yerine koyuyorum. Elleri kan içinde. Değil, ne kadar uğraş olsa da saatler heba edilse de başaramadığım bir parçayı layıkıyla çalışmak, en sevdiklerimden başka hiçbir şey için kanımı dökemezdim doğrusu. Belki de onlar için de dökmem. Kim bilir. 


Hedefine atılan bir okun rüzgarda çıkardığı kulak tırmalayıcı ince ıslık doğadaki en sevdiğim seslerden birisi. Ancak, kendimi tanıdığımdan beri sevgilerimle, hoşlanışlarımla, arzularımla arama irademin ve muhakememin girmesine izin verdim, çabaladım ve kendimi eğittim. Uzun, yaşlı bir selvinin en yukarısındaki dalın yaprağını başıyla okşayan bir bülbülün sesine benzettiğim bu güzel ıslığı duymak için atılmaması gereken bir oku atmadım. Hedefim eğer kalbine saplanacak bu oku hak etmiyorsa ya da tam ortasından vurulmaya değmeyecek bir hedef tahtası ise bu ıslık sesine duyduğum sevgiyi kalbimden alıp beynimin unutulmaya mahkum tozlu raflarının en ucuna attım. Her insanın böyle bir rafı olabildiğine inanırım ya da bu rafı kendi keresteleri ve çivileri ile inşa edebileceğine. Kaç defa bu düşüncemin ayırtında olmayan yakınlarımın farkındalığını arttırdığımı hatırlamıyorum bile. Ancak "o"nun için, hayatının amacı olan dünyanın en iyisi olmak uğruna kendisine türlü yollarla şiddet uygulayanlardan öğrendikleri ne kadar kalıcıysa benim gibi yaşadıklarından çıkarabilecek dersleri bir hayli fazla olan bir kişinin yeni tecrübeler elde etmesi o kadar kalıcıdır. Sözüm odur ki yayımı kendim germeli ve keskin temrenimi layık olanlara saplamalıyım.


Çoğunlukla hedeflerimi kategorileştiririm. Bazılarını önemli kılan değerlerim bazılarını daha az önemli kılar. Önemli olan hedeflerim değildir halbuki, onları gözle görülür bir hedef haline getiren bu uğurda neler yapabileceğim de değildir. Her gece gözlerimi kapamadan başımda bir meleğin haresi gibi beliren amaçlarımı kutsal kılan, onların gerçekleşmesini bana neredeyse farz kılan durum, muhakememin karargahına uğrayıp onay alıp almadığıdır. İşte bu yüzdendir ki muhakeme kumandanımın onayını almayan hiçbir hedefim, okumla tanışamayacak