Artık hayata verdiğin tepkilerle arandaki alışveriş temelli ahbaplığın sona eriyor. Yaşadıkların seni dürtmüyor. Boğazın düğümlenmiyor. Tepkisiz kaldığın fırsatlar sana göz devirmiyor, inzivaya çekildiğinde kapını tıklatmıyor. Şakalarına gülmeyince sana bozulmuyor. Prize takılı farazi bir fiş var ve o fiş her fırsatta sana iş atar gibi sırıtıyor. Tanrı seni görmeyip yerine başkasını yaratıyor; sen ise şişenin dibini yoklarken tanrıyı yaratıyorsun. Elin fişe uzanıyor. Artık fişi çekmeye kararlısın. Bir şeylere karar verebilmek için önce karar vermiş taklidi yapman gerekiyor. Kendi kendine ne kadar iyi rol yaparsan kararının tezahürüne o kadar büyük adımlar atıyorsun. Aynı zamanda ölebilmek için de bir süre ölü taklidi yapman gerekiyor. Senin taklidin normalinden daha bir uzun sürdü. Beş ay oldu. Kolunun yeni yosun, gözlerin nasır tutalı beş ay oldu. Ucundan yakalayabildiğin saniyelerle ölçülen mutlulukların denizde işemenin verdiği anlık sıcaklık hissinden ibaret olalı beş ay oldu. Artık ettiğin her muhabbet dişine takılan bir maydanoz; içtiğin su bile sidikten hallice geliyor sana.
Son beş aydır burnun feci kaşınıyor ama hapşıramıyorsun. Fakat ancak senin gibileri tanımak için mürekkeplerce sayfalara dökülüyor bu estetik entrika; ve ancak senin gibileri tanımak için çeviriyor çarkını Müteferrika.
Sokağa çıkıyorsun. Arkanda bıraktığın her adımda senin gibi kaybolmuş bir başka ruhu peşine takıyorsun. Ağızlarında bir melodi, senin türkünü söylüyorlar. Tepende cenaze levazımatçıları, izmaritlerini söndürüyorlar göz soketlerinde. Sana bakıyorlar, sana özeniyorlar. Sana bakınca her şeyin ve herkesin sonunu görüyorlar. "Nefsine destur deyip kara yazgının oklarıyla güllerini sineye çekmek mi; yoksa bir derya belaya karşı sadece direterek onları tüketmek mi yaraşır insan olana?" Diyorlar. Biri susuyor, biri gülüyor. Biri ise en son ne zaman güldüğünü, ne zaman sustuğunu unutuyor. O sensin. Sen ibretlik hikayeler yazmaya mı yoksa ibretlik olmaya mı çalışıyorsun diye hiç sormuyorsun kendine. Çınar ağacına gölgesinden A4 yapıp hediye eden Robin Hood gibi insanlara kendi izdüşümlerini satıyorsun.
Hangimiz eyvallah derdi bu çeki taşı hayatın yükü altında inleyip sayıklamaya; eğer o kara topraklarından tek bir yolcunun bile dönemediği meçhul ülkeye göçtükten sonra başımıza ne gelir korkusu, elimizi kolumuzu bağlamasaydı? Ve karşımıza ne karabasanlar çıkar bilmediğimiz için bildiğimiz çilelere katlanmaya razı gelmeyeydik?
Gülüyorsun içinden, önce kendine gülüyorsun; sonra geri kalmışlığına. Bir elin çakmağına uzanıyor, öbür elin siren gibi söylediği şarkılarla kendini cezbettirmeye çalışan o fişe. Fişi çektiğin anda seni yazan bütün fersude kağıtlar sökülüyor telinden; daha sonra nefesin sökülüp gidiyor içinden. Bir anda dışarıdaki bütün kakofoni susuyor. İçinde bulunduğun atmosferin yoğunluğu artıyor ve bedenin hafifliyor. Gökteki kehkeşana doğru tayeran ederken nevcivan ruhun ilk kez gökyüzünü İkarus'un gözlerinden görüyor ve yükselişin bittiğinde; o kadar büyük bir sükut-u hayal ki. Yarım bıraktığın hayaller ve insanlar sana bağladıkları prangalara o kadar sıkı tutunuyorlar ki; o fişi çekemiyorsun. Bir anda düşmeye başlıyorsun sırça köşküne. Ta ki düşecek bir yer bulamayana kadar. Başarısızlığınla yüzleşmektense bunu başaralı aylar olduğunu fark ediyorsun. Müteveffa birini öldürmeye çalışmanın saçma olduğunu fark ediyorsun ve istikbalini de alıp bir yorganda hapsediyorsun. Yarın yeni bir gün doğacak, şimdilik iyi geceler.