Olanları sadece ben görmüştüm. Ben görmüştüm, mağaranın dışında bir yaşam olduğunu anlatırken, çabalarımın beyhude olduğunu. Bu beyhude çabada sürüklenirken “neden var olduğumu” düşündüm. Yaşam dediğimiz akıp giden yolda ilerlerken insan var oluşuna anlam yüklemek ister. Dünyanın karmaşası içerisinde anlam var mıydı gerçekten? Belki de anlam mağaranın dışını gördükten sonra, ışığın geldiği yeri keşfetmekte. Işığı görmek yetmiyordu. Işığın dışındaki güzelliği anlamak gerekiyordu lakin Platon’un “Mağara Metaforu’nda” kişi o keşfe çıkmadan, mağaranın içerisinde elleri zincirlenmiş, karanlıkta kalanlara, dışarıdaki ışığı anlatmaya çalışıyor. Bu beyhude döngüde savrulmaktansa mesele Albert Camus’un anlamsız bulduğu dünyayı keşfedebilmekte. Bu keşif sadece mağaranın dışındaki dünyaya değil insanın kendine olan keşfiydi. Bu keşif kalbine dönebilmekti. İsmet Özel’in “Of Not Being A Jew” şiirinde dediği gibi “Kalbime döneceğim ama hangi yolla?” Bu yol kendi içimde beni ben yapan ıstıraplarım, mutsuzluklarım, gülüşlerim, sevinçlerim… Bu yol Sisifos gibi tanrılara başkaldırışımdı. Boyun eğmektense özümdeki Sisifos’un kayaları tekrar tekrar tepeye çıkarmasıydı. Bu yol bir gece vakti dolunayın huzurlu yansımasını göremeyenlere inat dolunaya bakmaya devam etmekti. Yolumdaki dikenlere ve dikenlerin ayağımı kanatmasına rağmen yürümekti. Umutsuzluğun esir aldığı o hapishaneden bir parça umut kırıntısıyla çıkabilmekti. Kalbine dönmek, yaşam denizinin boğucu sularına karşı kıyıya yüzmek için mücadele vermekti. Mağaranın dışındaki ışığı görüp, güzellikleri tadıp, ışığı anlamak uğruna cefalar çekmek belki de anlamsız bu dünyayı kendi anlamımla boyamaktı. Belki de o zaman mağaranın karanlığından başka ışık göremeyenleri küçücük bir ışıkla aydınlatabilecektim. Olanları sadece ben görmüştüm; elleri zincirde dışarıyı göremeyenlere, ışığı anlatırken öldürülmüştüm.