Akçaağaç bu, öyle kolay tırmanılmaz buna dedi biri. Dedektifvari bir şekilde gözlerini kısarak ve biraz da söylenerek "Başka bir yerden düşmüş olmalı…" diye ekledi. Ardından gözleri yine kısıldı ancak bu kez uzağı görmek ister gibi değişti yüz ifadesi. Yukarı bakarak "Uçak olabilir mi?" dedi. "Safsata yahu" diye girdi öteki. Gri ve eskimiş kasketini çıkarıp elindeki mendille kelindeki teri sildi. Mendili, yine gri olan yeleğinin cebine koyarken diğer eliyle köstekli saatini çıkardı ve saate baktı. "Uçağın tepede ne işi var öğlen sıcağında, biz daha burada dayanamıyoruz" dedi. Bütün bu olan biteni uzaktan takip eden bir kadın, siyah çerçeveli gözlüğünü tek parmağıyla düzeltti ve biraz daha yaklaştı olay yerine. Burnunun yanındaki siyah, küçük ben karakteristik bir özellik katıyordu kadına. Kırmızı, ipek bluzu; altına pek de yakıştıramadığı mat yeşil eteği; topuklu ruganları, saçlarının şekli ve sıcak havaya rağmen boynuna iliştirdiği fuları ile sözde aydın bir hava katmıştı kendisine. Halbuki birazdan olacakların onu da komik duruma düşürdüğünü fark etmeyecek, olan biteni akşam eve gittiğinde toplantıdan dönmüş olan çok değerli eşi beyefendisine anlatınca, eşinin verdiği tepkiden anlayacaktı. Hatta biraz gocunacak ve "Sana da hiçbir şey anlatılmıyor yahu, konuşturmadılar işte, ne yapayım" diye sitem etme hakkını da bulacaktı kendinde.

Kadın, "Efendim hava muhalefetinden dolayı uçak seferlerinin iptal olması için ancak ve ancak yağmurlu ve fırtınalı hava olmalı" diyerek uçak seferleri hakkındaki üstün bilgisi ile söze girmişti ki pencereden bir ses böldü lafını. "Ben bugün bir tane uçak gördüm" dedi penceredeki küçük çocuk. Gri kasketli adamın tezini çürütmek bu kadar da basitti aslında. Esasında çürütülmeye değer bir tez bile yoktu ortada fakat bazen insanlar televizyon programlarındaki gibi asıl nedenlerden çok uzaklarda, öylesine tartışırlardı işte. Hatta bundan yıllar sonra gelecek olan insanlar da bahsedecekti, yorum yapabilme yetisinin parmak uçlarına kadar indirgendiği dönemlerde insanlar her şey hakkında her şeyi söylermiş. 

Kadın lafının kesilmesinden rahatsızdı ancak küçük çocuğa kızmaya çekindi ki kötü bir şey diyemedi, "Bakın işte, ben demiştim" dedi. Akçaağaçtan ve uçaklardan bahseden adam desteklenmişçesine sırıtıyorken kasketli adam, küçük bir çocuğun şahit sayılamayacağına dair birkaç cümle zırvaladı. Ortalık biraz durulmuştu ki yol kenarındaki kestaneci, kimisine göre sivil polisti o, elindeki maşayı şıngırdatarak geldi. Laubali tavırları ve yürüyüşü, sivil polis olduğu iddiasının gerçek dışı bir söylentiden ibaret olduğunu kanıtlar nitelikteydi. Yerdeki kurumuş kanı gören kestaneci, şaşkınlıkla karışık korkuyla, "Ne olmuş burada, biri mi öldü?" diye sordu. "Senin kestane arabasının tekerleği patladı galiba, geç gelmişsin bugün. Sabah birisinin düşüp öldüğünü söylediler, ambulans da gelmiş zaten, hanım görmüş ambulansı. Biz de acaba nereden düştü diyorduk" dedi ve ter silme ritüeline başladı kasketli ihtiyar. Kestaneci bilmiş bir tavırla, maşasını hemen karşısındaki binanın rastgele bir penceresine uzattı. Mimikleri de maşasını takip etti ve tek kelime etmeden adamın pencereden düştüğünü anlattı. Akçaağaçtan ve uçaklardan bahseden adam peşi sıra, "Komşularımızı tanımaz mıyız biz, oradan düşse bilirdik" gibi ifadeler sarf etti ve komşuluğun öneminden söz etti. Ta ki kasketli araya girip de "Siz de mi bu sokakta oturuyorsunuz, hiç karşılaşmadık" diyene kadar susmadı. Soruyu duyunca dumura uğrayan adam, utancından dudaklarını ısırdı ve başı öne eğik bir şekilde tünedi akçaağacın dibine. Oturduğu yerde elinin altına halka bir küpe geldi adamın. Bu küpe tam da yanlarında duran kadının zarafetini tamamlar nitelikteydi. 

Küpeyi fark eden kadın atıldı, sabahın ilk saatlerinde burada bir film çekimi yapıldığını ve küpesinin de burada düştüğünü söyledi. Çekimin sonlarında küpesinin düştüğünü fark ettiğini ve ağızdan ağza küpenin düştüğünün yayıldığını söyledi. Aradan geçen saatler sokaktaki ahaliyi film setinden ve küpeden habersiz, düştü kelimesiyle bir başına bırakmış olacaktı ki yerdeki kurumuş kan ya da artık her neyse o; bir adamın düşerek öldüğü söylentisine neden olmuştu. Zaten kasketlinin hanımı da ambulansı değil, sadece sirenin odaya yansıyan renklerini görmüştü. Birkaç da kelime duymuştu işte. Akşam kendisini kocasına karşı savunurken de öyle diyecekti. Uyku sersemliğiyle yanlış yorumladığından vesaire bahsedecekti. Oysa o kadın hiç gelmemiş olsaydı, 4121. Sokak sakinleri için gizemli bir ölüm kalacaktı sokakta. Akçaağaçtan ve uçaklardan bahseden adam da o kadına sinirlenmişti zaten. Madem biliyordu neden hemen söylememişti ki? Herhalde uçaklarla alakalı bilgisini söyledikten sonra onu da anlatacaktı ama küçük çocuk girmişti araya. Neyse canım, bu kadar da sinirlenmemek lazımdı. Yarın başka bir macera çıkardı elbet. Farkında olmasalar da gerçekler açığa çıktığı için şanslılardı. Zira ölüm üzerine düşünmek, yaşamı daha da değerli kılmalıydı.