Yazmak ilacımmış gibi hissediyorum. Ben günlüklerime o gün yaşadıklarımı değil, o gün hissettiklerimi yazarım genelde. Belki de soyut şeyleri somut olanlardan daima üstün tuttuğum içindir bu. "Pozitif uyandım, derslerime gittim, bana bakarak gülümsedi." demek yerine "İçimde aynı anda yanardağı patlayıp bir o kadar da buz eridi gözleri gözlerimdeyken. Sonra güneşi gördüğüm siyah gözlerinin göz bebeklerinden utanıp yüzümü çevirmeye yeltendim." demek çok daha hoş geliyor. Çünkü yıllar veya aylar sonra açıp da günlüğümü okuduğum zaman (ki bunu yapmaya genelde korkuyorum) "Beni görmezden geliyor, bunu sevmiyorum." cümlesini okumak yerine "Beni görmezden geldiğinde yok oluyorum sanki, yaşama sebebim ellerimden kayıp gitmiş gibi hissediyorum. Gözlerini benden kaçırıp kaçamak cevap verdiğinde ölüyorum aslında ben. Onu üzüp üzmediğimi düşünüyorum. Onun minik kalbini kıracak bir şey mi yaptım diye kendime kızıyorum..." Sadece olayı değil, bana yaşattığı duyguları da tekrardan görmek, hissetmek istiyorum. Hisler asla unutulmaz. Olaylar zamanla kopan sayfalar gibi yavaş yavaş unutulabilir, ayrıntılar silinebilir fakat duygular asla. Kokular da öyle mesela. Onun kendisini unutsam. Hatta adını bile unutsam, aradan yıllar geçse yine bir gün kokusunu duysam hatırlarım her şeyi. Zor bir kış atlatmış, fırtınalara rağmen dalından kopmamayı başarmış, her şeye rağmen ayakta kalmış bir gülü andıran kokusunu ölüm bile unutturamaz bana.