ben adımlarımı hep ihtiyatlı attım

şu kısacık hayatımda bir kere bile bir çatlağa basmadım

bir nefes alacakken sonraki binini aklımda hesapladım

ben hayatımda hiç çocuk olmadım

gençliğimi hiç yaşamadım

ihtiyar doğdum 

kabrimi omzumda taşıdım

odalarıma ne kadar doldursam da 

muhtelif cennetlere yuva çiçekleri

karnımda büyütsem de kanımdan bebekleri

tebeşirlerin en güzeliyle boyasam da kaldırımları

ve bisikletimi dört tekerli sürsem de ölene kadar

kaybetmişliklerimi ne atabileceğim içimden

ne de alabileceğim ırak bir memleketten

param yetse gönlüm istemez zaten

gönlüm istese de gücüm kalmaz benim

düşünce kanayan yaralara acımadı deyip gülmek

çocuklara mahsustur, ihtiyar yürekler

dizler gibi paralanıverdiğinde

üç beş güne iyileşmez

bir ömür dağlar varlığını

her gözyaşında harlar lavlarını

ben şimdi annemin dizine yatsam ne olur

kartlaşmış saçlarım okşansa

hissedecek miyim sanki o sevgiyi

sadece acıyacak kafam 

olsun, insan acıya da muhtaç

ama içimdeki iyimserlik de tükendiğinde

ihtiyarlığımın da bir anlamı kalmayacak

yürüsem koşsam yatsam ne yazar

insan ölü olduktan sonra

hisleri geçmez artık teninden dışarı

ve duygular işlemez artık derisinden içeri

bomboş bir tabut

nasıl zamanında taşımışsa içinde kabrini

kendi sonuna bürünür

zavallı insan

çikolatasını bir kez bile eline yüzüne bulaştıramadan

toprağa gömülür