Uzun zamandır nefes alamıyordum. Var mıyım, yok muyum bilemiyordum. Belli bir rutine hapsolmuş saati şaşmaz bir şekilde aynı hal ve tavırlarda sıkışıp kalmıştım. Önceleri en özgür hissettiğim yerde şimdilerde sürgüne vurulmuş, zamanın geçmesini bekliyordum. Bazı aykırı hareketlerde bulunmaya çalıştım, yerlere ağaç dikmeye çalıştım mesela ama kurudular, duvarlara çiçek ekmeye giriştim bu sefer, onlarsa hiç yüz vermezcesine soldular. Perdem güneşe duvar oldu, sonrasında içimdeki ışıkla birlikte etrafımdaki her şey karanlığa gömüldü. İradem düşüncelerimin elinden tutup onlarla birlikte zihnimin en ulaşılmayacak kısmında inzivaya çekildi. Sığlaşıyordum. Eskiden yalnızlığı isterken şimdilerde o oldum. Bu kadar ani düşmüşken bunun içine algılayamamış olamamla bir darbe daha yedim. Zaman kavramını kaybettim. Uykunun benim için anlamı karanlığa koşmaktı. Ertesi gün mü? Ben her gün aynı güne uyanıyordum. Aldığım her soluk boğazıma diziliyor, gözlerim yanıyor, ağlamak istiyorken gülmek zorunda olmanın zehri damarlarımda yer ediniyordu. Anlatmak istediğim çok şey vardı ama bunların olduğu kadar kişi etrafımda yoktu. Anlaşılmak değil de uzaktan seyredilmeye tercih edildim. Çırpınışlarımı bir pandomim gösterisine çevirdiler. Batıyordum. Ve keman çalmayı değil de aksine kaçmayı tercih ettiler. Var mıyım, yok muyum bilemiyordum. Bedenim vardı lakin artık içi boştu. Çünkü düşünemiyordum, çoğu şey sihrini yitirmişti. Kelimeler birbiri ardına sıralanması gerekirken aklımdan siliniyordu aksine. İçimdeki büyük boşlukta dolaşan anlamını kaybetmiş çok şey vardı. Beni ben yapan her şey teker teker yok oluyordu. Bir amaç uğruna kendini kaybetmek bu olsa gerek, renklerimi kaybettim. Kayboldum. İlerlemek bir yana kalkamıyor, önümü göremiyordum. Dokunduğum her şey ölüyordu. Zaten yavaş yavaş ben de yok oluyordum. Geçmesini beklediğim o zaman geçmedi. Sayaç bir yerde takılmış, ne ileri gidiyordu ne de geri. Bu sonsuz döngü içinde hapsolmuştum. Bütün mesele var olmak ile olamamak arasındayken ikisi bile olamamanın vermiş olduğu rahatsızlık tahammül edilemezdi. Her şey yok olurken ben de yok oluyordum. Bana ait ne varsa öylece gitti. Zaten anlamını yitirmişken bir insan nasıl yaşayabilir ki?