Biliyorum, direkten döndüm, hakem ofsayt verdi 2012'de, kalbimi bile başka insanlara gösterdiğim için mutluyum. Hani derler ya "Kalbimi bilmezsiniz benim.’’ diye, valla ben gösterdim en az beş kişiye, gerisini siz düşünün. Ne mi değişti ikinci şansta, kısaca hiçbir şey, sadece tahammül sınırları sıfır olan bir adam çıktı ortaya. Ben şu anı değil de masada kalsaydı mı yazmak istedim benim gözümden, gerçi miyobum ama sürç-ü lisan edersek affola gari.

Masada kalmışız, izliyorum ya olanları, doktor "Ölüm saati 08.27, kapatın hastayı.’’ diyor ve ameliyat eldivenlerini çıkarıp suratına üzgün ve sahte bir ifade takınıp ailenin yanına gidiyor. ''Maalesef hastayı kaybettik; ana artel kıl, tüy, yün olmuş, adam paso sigara ve bira içmiş, yapabileceğimiz bir şey kalmadı,'' diyerek eşini arayıp ''Hafta sonunu Didim’e gidiyoruz di mi?'' diyerek yanımızdan ayrılıyor. Çok Amerikanvari oldu zaar, bu benim hayal dünyam ki karışmayın lütfen.

Bir kıyamet kopuyor hastanede, daha 41 yaşındaydı, gencecik gitti, ölüm yakışmadı. Ölüm asıl anama yakışmadı, o güzelliğe yakışmadı, bende gayet şık durdu bence. Neyse cenazemi almaya geliyorlar, biliyorum kimin alacağını zaten, iki dayım geliyor, dayı değil, baba yarısı onlar. Tek gurur duyduğum an onların ellerinden çıkmak, o pis hastane morgundan. Koydular arabaya, gidiyoruz defalarca gittiğim yoldan. Sarayköy, Buharkent, Kuyucak, Nazilli, Sailer, fazla sarsmayın ama araba tutar beni ne kadar ölü olsam da. Beydağ ve hâlâ ölü olmama rağmen kızdığım Kaymakçı’daki kasis, kardeşim neden kapattınız ya, hissetmek istiyorum o derin kasisi. Geldik Ödemiş’e. Büyük bir ihtimalle dayımın hastane caddesindeki çınar ağacının karşısındaki eve getirecekler, zaten hastane morgunda yıkayıp süslediler beni. Yalnız, dayım beşinci katta oturuyor ve merdivenler dar, asansör var, kesinlikle tabutu dik sokmak zorundalar. Keyfe bak, ölüm bile ayakta giriyor eve, başım dik, ne mutlu bana. Neyse eş dost gelecek, iki ağlayacak hepsi çok iyi insandı diyecek. Üç dakika sonra ''Muztufa emminin gızını kaçırmışlar, sanayiden İbram kaçırmış.'' geyikleri arasında evden alınıp helalleşmeye küçük camiye götürüleceğim. Zaten tek vasiyetim de budur, ortaokulu okuduğum yerin yanındaki, kuran kursuna gittiğim camide helalleşmek. Çok şükür oradayım. Zamanında anneannemle başlayıp dedemi ve en son anamı koyduğum musalla taşının üstündeyim. Görüyorum, tabutumun başında Kamalı ve Sinan bekliyor, diğer dostlar saf tutmuş. Ne mutlu bana ki bir sürü dost, Facebook'a mesaj atmadan topladım gene.

Kılıyor hocam namazımı, soruyor dostlara hakkınızı helal ediyor musunuz, diye. Ben zaten ettim dostlar, siz etmeseniz de olur. 

Ve geldik son durağa, birileri iniyor mezara, yatırıyor bedenimi geldiğim toprağa, tahtaları çakıyor, örtüyor beni üşümeyeyim diye hasırımı üstüme ve altmış saniye içinde birbiriyle yarışırcasına atıyorlar toprağı üzerime. Çakıyorlar numara kazığımı, üstüme basıp gidiyorlar. Bari tek sayıyla bitse numaram diyorum.

İlk üç gün çok fena, yokum ya, herkes ağlıyor. 1 ay geçiyor, ara ara akıllara düşüyorum, 1 yıl geçiyor, bir enstantane oluyor, ahan da işte Murad olsaydı böyle derdi, arasında geçiyorum. 10 yıl geçiyor, iyi insandı, 30 yıl geçiyor, konuşulmuyorum ki beni gömenler benimle takılıyor, alışın diyorum, emsaliniz kalmayan bu dünyada verdiğin savaş ne kadar saçmaymış diyorum ama neredeeeee, hala uğraşıp duruyorlar bu kısıtlı zamanların olduğu dünyada, sonsuz âlemi hiçe sayarak.