Kahverengi gözlerin can yakacak gibi bir hali vardı.
Can yakacak kimse yoktu oysaki. O kahverengi gözlerin ne içtenlikle gülümseyebileceğine, ne de öfkeyle korkutabileceğine değecek biri vardı. Bu yüzden genç kadın derin bir nefes aldı ve kahverengi bakışlarını yumuşatmaya çalıştı.
Kahverengi bakışlar… Kahverengi gözleri ne zaman kahverengi bakmaya başlamıştı? Ne olmuştu da gözlerinin ruhu, kendi rengini kaybetmişti? Yoksa kaybolan şey gözlerinin ruhunun rengi değil de, ruhun kendisi miydi?
“Sen mavi bakıyorsun. Kahverengi gözlerinle dünyaya mavinin umudunu veriyorsun.”
Bir zamanlar aşık olduğu adamın cümlesi kadına o adamın sesini hatırlattı. Eğer dünyaya umudu kendi gözleri verebiliyorsa, huzuru da bir zamanlar aşık olduğu adamın sesi verebilirdi.
Genç kadın derin bir nefes aldı ve o adamın hayaletini kafasından def etmeye çalıştı. O adam yoktu artık. Ölmüştü. Hatırlamak keyfini biraz daha kaçırmaktan başka işe yaramazdı. Aynaya tekrar ruhsuz bir ifadeyle baktıktan sonra musluğu açtı ve elini suyun altına soktu. Avucuna dolan suyu sertçe yüzüne çarpmak belki onu ayıltır ve geçmişe ait hayaletleri kendinden uzak tutardı.
Lavabodaki işi bittiğinde aynaya bir daha bakmadı, kaybettiklerinin yokluğunu kendi yansımasında görmeye daha fazla dayanamazdı.
Kahvaltı niyetine yaptığı kahveyi alıp çalışma odasına yürüdü ağır adımlarla ve kahveyi yavaşça tuvalin yanındaki sehpaya bıraktı. Bir zamanlar aşık olduğu adamın portresinin bitmesine az kalmıştı. Bir yanı oturup eserini tamamlamak için sabırsızlanıyordu. Diğer yanıysa onu yarım bırakmak istiyordu.
Bu resim nefes alıyordu. Bir şeyler hissediyordu. Sonunu merak ediyordu. Bu resim yaşıyordu ve tamamlanmadıkça da yaşamaya devam edecekti. Eğer genç kadın bu resmi bitirip resme kendi sonunu gösterirse, resim ölmüş olacaktı.
Tam da kendi hayatında başlayan, süren ve biten olaylar gibi. Biten her ilişkide, sonunu gördüğü her olayda kendisinden bir parça ölüyordu. Mavi bakışlarının yok olması bunun en büyük kanıtıydı zaten.
Derin bir iç çekti kadın ve kahvesini bıraktığı yerden geri aldı. Bugün de yapmayacaktı. O resmi bugün de öldürmeyecekti. Tamamlanmamış, yarım kalmıştı. Ancak eserinin de kendi hayatının parçaları gibi ölüp gitmesine izin veremezdi.
O adam gibi ölemezdi. Kendi canını tekrar yakamazdı.
Sıcak kupayı midesine dayadı ve sırtını serin duvara verip odayı incelemeye koyuldu. Resmi yarım kalmış ölü bir adamın anılarıyla dolu bir odaydı burası. Kitaplığın üzerinde bir kanadı kırılmış bir meleğin ufak bir heykeli vardı. Kendisine verilmiş hediyenin birkaç parçaya ayrılmış olması kadına hiçbir şey hissettirmedi. Tıpkı bir zamanlar aşık olduğu adamın her gün suladığı çiçeğin odanın bir köşesinde solmasının hiçbir şey hissettirmemesi gibi. Kadın derin bir nefes aldı ve artık ulaşamayacağı anıların yüreğine biraz olsun acı vermesini bekledi. Hiçbir şey olmadı.
Acıyı hissetmeyen bir bedende, ruhun canlı kalması mümkün olabilir miydi?
Hissizliğini düşünmeyi bir kenara bırakıp yeniden eserine döndü. Tam kahvesinden bir yudum alırken sesi duydu. “Günaydın, hayatım.”
Tek bir cümle bile huzurunun kaçmasına yetmişti. Kadın artık aşık olmadığı bir adamla yaşadığını hatırlayınca belki milyonuncu kere kalbinin acıdığını hissetti.
Adamsa sevgiye dair birkaç parıltı bulabilmek adına kadının gözlerine bakıyordu. Ancak kadın konuşmadı bile. Gözlerini eserinden ayırmadan yavaşça başını sallayarak cevap verdi adama ve az öncekine göre biraz daha büyük bir yudum aldı kahvesinden.
Genç adam büyük bir sabırla sevdiği kadının yanına gitti ve onun baktığı yerden yarım kalmış resme baktı.
“Az kalmış. Bugün bitirirsin.” Kadına yaklaştırdı yüzünü ve simsiyah saçlarının arasından öptü onu. “Sonu güzel olacağa benziyor.”
Oysaki kadın için mesele sonunun güzel olacak olması değildi. Mesele bir sonunun olacak olmasıydı.
“Hayır.” dedi bu yüzden, bakışları kadar soğuk sesiyle. “Onu öldürmeyeceğim.”
En sonunda başını kaldırdı ve bir zamanlar aşık olduğu adama baktı. Karşısında ona büyük bir beklentiyle bakan bu adam en az kendisi kadar ölü bir biriydi, yaşadıkları en az ikisi kadar ölü bir ilişkiydi. Adamın huzur veren o sesi bile, bir zamanlar aşık olduğu adamla birlikte gitmişti. Kadın kendi hislerinin sonunu gördüğünde, karşısındaki adamın da sonunu görmüştü. Bir zamanlar aşık olduğu adam ölmüştü.
Genç kadın bir zamanlar aşık olduğu adamın portresinin, bir zamanlar aşık olduğu adam gibi ölmesine izin vermeyecekti.