Karanlığın içinde, istemeden bir başıma otururken ve gök yırtılırken bir saç teli takıldı pencereme. Artık bu evde istenmiyordu. İstense de dökülemezdi daha fazla. Zaten senin değildi. Adını bilmediğim bir çiçek almıştım ucuzluk marketinden. Ceplerim ona yetmişti. ''Sevmek...'' demiştim. ''Sevmek çiçeğe su vermek gibidir. En güzel tomurcuklarımı sana sakladım sevgilim.'' Yalan söylüyordum Candan. Ben tüm bahçelerimi senin bedenine gömdüm. Takvimler sallanırken armut ağaçlarından, korkumu daha fazla gizleyemiyordum. Bu şehre alışamıyorum. İnsanın ruhunu çürüten bir havası var. Oysa bizim şehrimiz öyle miydi? Bir ucundan bir ucuna, ara sokaklarında kaybolarak yürürdük. Elimi tutardın. Bir elim diğer elimi kıskanırdı o zaman. Sen şarkılar söylerdin özünü süzerek. Ben çekinirdim yanında söylemeye. Sesimi, sesine layık göremezdim bir türlü. İlk sesine aşık olmuştum çünkü . Gözlerimden süzülmüştü sevgim. Ki seni sevmek ayrıcalıklı bir durumdu. Seni sevince çocukları, bozuk kaldırım taşlarını, önünde yavaş yürüyen insanları hatta pazar yeri kokusunu bile sevmeye başlıyordu insan. Gözlerine bakınca her şeyin güzelini görürdüm. Bir bankımız vardı söğüdün altında. Denize nazırdı. Senden çok sonra bize atfettim o bankı. Bir çok şeyi geç atfetmiştim sana. Şimdi üstüme sinen bu yalnızlık da benim eserim bir yerde. En sevdiği oyuncağını misafir çocuğundan saklar gibi sakladım senden sevgimi. Oysa hoyrat ellere cömertçe savrulmak ve lokma lokma eksilmek ne kolaymış. Adını bilmediğim o çiçek, bir düşünce suçlusu gibi asılmış duruyor odamda. Ne şairler ne kitaplar ve bitkiler eskittim ismini taşımayan bedenlere. Nereye gittiğimi, ne yapmam gerektiğini bilmez haldeyim. Sen olsan bilirdin Candan. Sen bilmesen dizlerin bilirdi. Mürekkep sayfaları, sayfalar defterleri, defterler de inancımı eksiltiyor. Parmaklarımın ucundan dökülen kelimelerin peşinden bir sokak köpeği gibi koşuyorum. Sonra evini gören bir otobüs durağının dibine tünüyorum. Kursağımda kalan tüm aşkları seninle noktalıyorum. Mutluluğu sana saklıyorum. Seni üzecek, kıracak ne varsa benim olsun. 

   Ciğerlerimden sıfatsız bir duman süzüldü havaya. Hatıra olup zihnime yağdı. Seninle konuşurken uyuyakalırdım o zamanlar. Rüyamda seni özlerdim. Kolyen uzanırdı yanıma, avucuma sarardım. Kollarım geceye yetmiyor Candan. Gece de seni düşünmeye... Gözlerimin altına nahoş bir renk oldun. Çok gülerdik. Zorluklar geçecekti, bilirdik. Çocukluktan kalma yaralarımızı öperdik. Bir sokak vardı şehrimizde. Yıllar sonra orada rastlaşmıştık. O sokakta seninle birikmek isterdim. Hatıra fotoğraflarının arasında ellerin omzumu bulsun. Otura otura ismini koyduğumuz bir masa... Siluetler ve sonu yazılmamış hikayeler değdi tenime onun yerine. Eninde sonunda yoksun kalmıştım. Çiçek susuz kaldı Candan.

   Güneş'in sabahı reddettiği bir vakit yollardaydım. Birbirine karışan ayak seslerini dinliyordum. Toplu ulaşımda hepimiz mutsuzlukta uzlaşmıştık. İnsanlar gülümsemelerini asgari bir fiyata satıyordu. Öyle olmak istemiyordum. Buranın insanı zamanla beyhude bir yarış içindeydi. Bir yere neden vardığını bilmese de vaktinde varmaya şartlamıştı kendini. Amacını bilmediğin bir yere varmak hiç benlik değildi Candan. Zaman ve mekan ikileminde fütursuzca savruluyordum. Sakallarım ölü bir çiçeğin rengini alıyor yavaş yavaş. Yaban otu gibi kökünden söküp atmak geliyor bazen içimden. Kendimce zamanda bir yolculuk... Günün sonuna yaklaşırken sigaranın sonunu hiç göremiyordum. Kalabalık bir masada oturduğumda fark ediyordum çok içtiğimi. Kıyas biraz da kalabalığa aitti.

   Artık gücüm yetmiyor Candan. Ne dilesem, ne için çabalasam başkasının zaferi oluyor. Gücüme gidiyor. Hep böyle de değildi, bilirsin sen. Şu anki yaşıma uzakken parlak bir gelecek biçilirdi koca koca insanlar tarafından. Şimdi ne yapıyorlar acaba? Aynı sıralara, aynı şeyleri, aynı tüccar zihniyetle anlatıyorlardır belki. Belki o işten alacaklarını almış yıllardır hayalini kurdukları; denize yakın, şehirden uzak, bahçesinde dumanı eksik olmayan evlerinde huzurla uyuyorlardır. Midemde eksikliğin adı konulmamış bir tepkisi var. Yollar gözümü karartıyor. Ayağım karıncalanıyor Candan.                                              

  

   ''Çok düşünüyorsun.'' diyor bir kantaron. Benim toprağım ona uygun değildi. O yeşile tutkundu. Bense düpedüz ağız kokusuydum. Sokağa parça parça dağılıyordum. Sonra bir akşam pazarında mahcup bakışlarla oradan oraya çekiştiriliyordum. Beni nerede bulduklarını unutuyorlar Candan. İskeletimin kaldıramayacağı ceketler atıyorlar üstüme. Sen unutmazdın. Gizli saklı bilirdin bir gün gideceğimi, gittikten sonra adını sayıklayacağımı. Anlara, yataklara, şehirlere ve karnına sığmayacağımı... Kadeh görevinin sonuna gelirken senden habersiz seni terk edeceğimi. Gözlerimden, hislerimden mürekkep damlardı. Sırf bu yüzden her şeyi yokuşa süreceğimi bilirdin. Çiçekler de bir uğurlamayı hak eder Candan. Çok bir şey istememişti. Suyunu eksik etmesem, biraz da ışık görse yaşayacaktı ömrünü. Nefesim göğsüme saplanıyor Candan.

   Vedalarla bir türlü anlaşamadım. Öylece karşımda duruyordu. Çoğunlukla sarı, yer yer ve inatla yeşil... Saksıya doğru eğilip öylece baktım. ‘’Artık tamam.’’ dedim. Aklım ile dilimin ucu arasında sıkıştım. Bir cümleye daha nokta koyarken...

   Kanımda cüzi miktarda alkol gezinirken ufuk çizgisine yakın bir noktada kancalı ay denizin kanına bulanmıştı. Böyle bir güzellik ancak hüzünle elde edilebilirdi. Dilime ürkek bir şarkı oturmuştu. Şakayla karışık gerçekler kıyıya çarpıyordu. Böyle nereye kadar gidecekti Candan? Bir ömür özensiz tahta masaların arasında mı geçecekti? Bu kaygı benim miydi yoksa bana dışarıdan mı dikte ediliyordu? O gün ilk defa kızdım sana. Beni bu çağda gidip şehrin mezarlığına ektin. Tutkusuz ruhlar etimi kurutuyor.

  Anlamıyorum Candan. Belki de anlamak işime gelmiyor. İki ile başlayan zaman diliminde bunca yük... Naiflikten mi oluyor, ne dersin? Filmde de dediği gibi ‘’Biz dünyayı değiştiremedik ama dünya da bizi değiştiremedi.’’ Belki de değişmeliydik Candan. Biz de vitrinde boy göstermeli; meraklısına, kelepir fiyatına hayallerimizi satmalıydık. Belki birer dinlenme tesisi olmazdık o zaman. Bizim de iyi kötü varacağımız bir yer olurdu. Biz de saksıda plastik bir çiçek olurduk. Çünkü solmak, hayata aitti. Kelimeler ve notalar Candan... Toplaşıp urgan oldular boynuma. 

   Endamıyla şehri saran bir ağacın köklerinde yalın ayak, yırtık ve savurgan telleriyle bir adam. Onu gördükten sonra düz devam edersen genzine oturan kitap kokusu... Hiçbirine bakmadan devam ettim. Hiç var olmamış bir şiire doğru kelime arayışı... Aldım onu, çerçevelettim. Çerçeve kursağımda kaldı Candan. Sen düşerken duvarımdan aşk cephem çatladı. Sarsıntılı bir kabulleniş; küçük, beyaz çubuklardan tepe... Gömleğimde istikrarlı lekeler var Candan. Sence kendimi bir hediye paketinde sunmalı mıyım? Başka rüzgârlara kapılma vakti mi geldi? Böyle şeylerin vakti olur mu hiç Candan, delirme.

  Kaybetmek, kaybettiğini fark etmek.. Aşkı ve iyi olan ne varsa ‘’miş’’li geçmiş zamanla anmak... Şimdi demek, şimdi yanımda olsaydı ne olurdu? Çocuk yaşta hayatın sürprizlerle ve kadınlarla dolu olduğu algısı... Kırılmak ve yanılmak... Yüklemsiz cümleler kurmak gecenin bir vakti... Satılık bedenlerce kötüye çıkmak... Sabahı hiç bulamayacağını anlamak... Kulaklarım çınlıyor Candan. Sen değilsin, biliyorum. Adım dökülmüyor dudaklarından. Oysa tutkumun mermeri orda dikili. Kendime tanrılar türetip yalvarıyorum onlara. Son bir kesişim istiyorum. Ellerimi göğsüme götürüyorum. Seni arıyorum Candan.

  Bu ara elim şiir tutmuyor. Gelişen olaylara üzülemiyorum. Belki bu yüzden duruldu kelimelerim. Artık seni özlemiyorum Candan. Elimden gelen sana varmıyorsa sayfalar da tükenmiş demektir. Evi boyattım, eşyaların yerlerini değiştirdim. Dallarından ölüm sarkan çiçeğimi masanın ortasına koydum. Bir toprağa kök salmak mıydı özlediğim? Yoksa hiç yeşermemiş olmak mı? Rutinden bahseden sesler kulağımda ismini hatırlayamadığım tanıdık bir şarkı gibi dolanıyor. Bu durumu da dert etmiyorum. Arsızlık biraz da kabullenmeye aitmiş. Kaçtıkça kaçtığım oldum Candan.

  Bir bulut kümesi oturdu aynaya. Gözlerimi kapadığımda paramparça hayal ettim. Her parçada farklı bir yansıma, bütünü sen miydin Candan? Bir cenaze gördüm sonra. Ucuz bir çiçeğin köklerini besliyordu bedenim. Tüm belirsizliklerin kefaretini ödüyordum. Gözyaşları değmiyordu toprağa. Toplayıp bütün ‘’Haklısın.’’ları uzanıyordum öylece. Çürüyen bedenim iki dünya kadar olmuştu. Sırtım açıkta kalıyordu Candan. Gözlerimi açmak istemiyordum. Her şey olması gerektiği gibiydi sanki. Karanlık ve bir başıma... ‘’Yeni hikayeler yazmalısın.’’ diyordu birisi. Oysa yıllar sonrasından gelen bir adamın da dediği gibi zaman, kaderi yenemezdi. Göz kapaklarım birbirinden ayrıldığında sayısız çukur gördüm vücudumda. Çiçeğin toprağını avuçladım sonra. Küçücük kaldım karşısında. Çukurlar kapanmıyor Candan.

  Düşünüyorum da hakikaten sen miydin böylesine eksik olan? Viran ve bol ahşap bir yerde bir anda omzumda bitsen ne olacaktı? Geçmişe çocuklar gibi gülüp kadim bir dostluğa övgüler mi yağdıracaktık? Kaçtığımız her şeyden uzaklaşıp bir an için zamanı isimsiz mi kılacaktık? Sonunda gölgelerin ardına geçip sayfalardan mı taşacaktık? Seni mi özlüyorum Candan? Bunca soru işareti arasında aslında aradığım, aradıklarım; bana aitti. Şarkılar, şiirler biter mi derdim. Bitse fena da olmaz gibime geliyor artık. Bir çocuk sallanıyor içimde. Saçların dolanıyor Candan, yapma. 

  Hikayesi tükenen herkes ölür Candan. Haberim gelmemiş olmalı sana. Duysan mutlaka gelirdin, öyle umuyorum. Bütün kırmızılar bir yana, şefkatli kadınsın biliyorum. Öyle acı dolu olmadı desem yalan olacak. Aramızda onca şey varken bir de yalanlar olmasın. Asırlar süren bir ölüm oldu bu. Krallıklar kuruldu, yıkıldı. İnsan, insana türlü araçla kıydı. En çok baruta şaşırmıştım. Metaller büküldü, kumaşlar dikildi ve insanlık ezildi. Zor oldu benim ölümüm. Mürekkep bitmeden gidemezdim. Sayfaları kanımla suladım. Kurumam zaman aldı Candan. Belki de plakları gördükten sonra bırakmalıydım. Gelsen hangi çiçeği bırakırdın üstüme? Bunu öğrenmek için bir kez daha ölebilirim.