Ara ara gelen sızılar vardır hayatta. Yarayı hatırlatıp kendini yaşlara bırakan sızılar.
Bir resmin ilk karesinden bitişine kadar kanayabilir miydi insan? Cümlenin başından vurulup sonunda ölebilir miydi? Tamamlanamamışlıkları tamamlayabilir miydi?
Kanla yazılmış satırları gülerek okuyabilir miydi? Çiçek dikeceği toprağı kendi seçebilir miydi?
Çok şey vardı başaramadığımız. Dünyanın binbir sorununa koşarken unuttuğumuz çok şey vardı.
Sevdiğinin mezarına hangi çiçeği alacağını seçenler vardı mesela. Birkaç santim taşa nasıl veda sığdıracağını düşünenler vardı. Elveda dememek için ölenler vardı.
Bazen hangi noktanın içerisinde olduğumuzu anlayamayız. Hayallere daldığımız yollara acılar serpiştiririz. Bazı sahiller gidilemez olur, bazı yokuşlar kolay çıkılmaya başlanır. Dönmeyeceklere şiir yazmak yormaz gözlerimizi. Binlerce kelimeyi satırlara dökebiliriz artık. Kimsenin okumayacağı bir kitap yazabiliriz. Tüm haykırışları içerisine saklayıp rafa kaldırma zamanı gelmişti. Kütüphaneye ölü bir kitap koymanın vakti gelmişti. Belki bir gün biri merak edip okumak ister çığlığımızı. Biçare mutlu oluruz. Tozlanmış sayfaları üfleyip temizleriz. Arasından bir fotoğraf düşerse en başına koyarız. Romanın sahibi onu hiç okuyamacaktı. İşte bu yüzden ayraç hep ön sayfada kalacaktı, yarım kalan bir kitaba devam etmek kadar kolay olmayacaktı.