O gün geldi. Bugün bütün korkularımı yendim ve onlarla yüzleştim. Artık emeklemeyi bırakıp yürümeye başlamam lazım. Hatta belki koşmaya, ardıma bile bakmadan koşmaya başlamam lazım. Ölümü aramayacağım merak etmeyin. Çok aradım ama bulamadım. Zamanım değilmiş demek ki. Ciğerlerime çekeceğim daha bir çok acı varmış, gözyaşı dökeceğim birçok zaman. Ama burada değil. Burada otururken olmaz. Yürümem lazım. Kimseye veda etmedim çünkü veda etmek beni bir iple bağlıyor şimdiki zamana. Ben geleceğe yürümek istiyorum. Tek başıma, kimsesiz. Ardımda bırakmak istiyorum yalnız, hüngür hüngür gecelerimi. 


Ben eriyip giderken siyah kanepenin üstünde, siz yeni maceralara yanıyordunuz. Beni hiç görmediniz. Ne kadar eridiğimi,yok olduğumu. İnsanlar neler yaşıyor,dediniz. Ben insan değildim oysa ki sizin gözünüzde. Ben her şeyden nefret ettim en sonunda. En çok da kendimden. En çok da bugün. Kendimi kaldırımlara atarken, kafamı demirlere vururken karşımda yaprağı bile kıpırdamayan bir ağaç vardı. Kuşlar onu gözlüyormuş. Kıpırdayamazmış. Ben bunu sonradan öğrendim. İyi ki de öğrendim yoksa kayıtsız kalamazdım o ağaca. O ağacın gölgesi bile yok. Tıpkı benim gibi. Aramızda tek bir fark var onunla. O gölgesinin olmadığının farkında bile değil. Uzaktan bakan kuşlar yapraklarını kemiriyor yavaşça. Çıplak kaldığında fark edecek gölgesi olmadığını. 


Rahat değil içim elbette endişe içerisindeyim. En büyük endişem geri dönme arzusu. İnsan her zaman geri dönmek ister. İnsan, arkasına dönmeden güvenle yürüyemiyor. Çünkü insana, bütün tehlikeler sırtını yasladığı duvardan geliyor. Benim sırtımı yasladığım bütün duvarlar ya çatladı ya da tamamen çöktü. Çatlaklar sırtımı acıtıyor, göğsüme doğru akıyor çatlakların oluşturduğu kan öbekleri. Kan kusuyorum. Ruhumun derinliklerinden bir şeyler kopup gitti. Geriye benden hiçbir şey kalmadı. Ne kapıda duran muhafıza ne de merdivenlerde dikilip etrafı gözleyen baykuşa güveniyorum. Ne sevgim var kendime ne de benden gidenlere. Ne yüzüm var bakmaya anneme, ne de telaşlı gözlerle bakan babama.


Özür dilerim anne,baba, abim ve kardeşlerim. Ben hiç ben olamadım. Ben hiç yaşayamadım. Ben aslında ölü doğdum. Annem bana hamile kaldığında çok ağlamış çünkü henüz gençmiş. Kucağında 1 yaşında bile olmayan bebekle, bir de benim telaşıma düşmüş. Sorun değil anne. Seni suçlamıyorum artık sen bana verebileceğin her şeyini verdin. Ama sanırım bu denli ağlayışların, yakarışlarının, boğazına düğümlenen hıçkırıkların bir sebebi varmış. Sebebi benmişim anne. Benim varoluşumun ağırlığı varmış üstünde. Beni taşımanın verdiği acı varmış bedeninde. Ben doğduğumda huzur buldun belki ama benim için endişelenmekten bir çok gecen harap oldu. Sen hastalıklı ruhuma merhem olamadın anne ama üzülme. Suçlusu sen değilsin. 



Tek suçlusu benim. Ben izin verdim gururumun ayaklar altına alınmasına. Ben çiğnettim insanları üzerimde. Ben güçlü gibi davranmaya çalıştım. Adım bile atacak mecalim yokken… Ben göz yumdum aldatılışlara, ben boyun eğdim yaptıklarıma. Devede pireyken hatalarım deveden ben özür diledim. O an dilsiz olsaydım keşke, sağır olsaydım ağaç hışırtılarına kuş seslerine, kör olsaydım yorgan ve battaniyelere… Yapamadım. Avazım çıktığı kadar bağırdım. Hiçbir zaman gidemedim. Tekrar tekrar yasladım,o merhametsizlerin ıslak gözlerini omzuma. Bunu hep ben yaptım. Her hataya,her suça ve her vazgeçişe ön ayak oldum. Adım bile atamazken… Ciğerlerim nefese muhtaçken, sigara dumanlarını içine çektiler,en derinlerine.



Artık gidiyorum. Habersiz. Öncesinde uyumam lazım. Yeni bir sabaha uyanmak, yeniden nefes alabilmek için uyumam lazım. Bu derin ve sonsuz bir uyku değil. Bu yarınların rüyalarına gebe olmak için yattığım bir ilkbahar uykusu. Bu bütün duygularımın yeniden yeşereceği, yağmur sonrası kokan toprağın kokusu ve ben ölümün pençesinde yürümeye başlayacak olan bu bedenin sonsuz ruhu…