Bip bip sesleri arasında günlük işleri yapıyorum. Bir hastam var akciğer kanseri, son evre. Nefes almakta zorlanıyor, dinlerken ben de zorlanıyorum. Yemek yiyor karşımda, yemek yemek yoruyor onu. "Ahh, ihhm..." Derin derin nefes almaya çalışıyor. "İiihmm, ohhh..." Günlerdir karşımda yatıyor. Durumu gittikçe kötüleşiyor biliyorum, o da biliyor. Öleceğini hissediyor, oğlunu aramak istiyor. "Ne söylecek acaba?" diyorum. Pişmanlıklarını mı, yoksa "Seni seviyorum." mu, yoksa "Hakkını helal et." mi? Teslimiyet duygusu yoğun sözler...

Kanser en kötü hastalıktır bana göre. Öleceğini bile bile ölürsün. Ölüm yanı başındaki arkadaşındır. "İnsan bir kitap olsaydı sonu yarım kalırdı." diye düşünüyorum. "Elveda..." gibi.

Öyle de oldu kırk bir yaşındaki hastam bugün öldüğünde. Eşinin anlattığına göre iki ay önce beyin tümörü tanısı konmuş, kötü huyluymuş, iki ayda yiyip bitirmiş bu illet onu. Eşi farkında durumun: "Bugün iyi değil, seslendim seslendim hiç gözünü açmadı, sona yaklaştık, biliyorum." diyordu yanında taş çatlasın on beş yaşındaki kızları varken. "Ne kadar metanetli çocuk, hiç ağlayıp zırlamıyor." diyorum içimden. Olgunluğu şaşırtıyor beni. Doktora ihtiyaçları yok olup biteni anlamak için, onlar da görüyor kaçınılmaz sonu. Birkaç saat sonra kötü haberi veriyoruz zaten. Ziyaret süresince seslenmişti eşine, süre boyunca anlattı kendini, vedasını yaptı belki de. Süreyi uzatabildiğim kadar uzattım, inisiyatifim vedalardan yana hep. Öleceğimizi düşünmeden yaşıyoruz ya hani. Erteliyoruz hep bazı sözleri. Öleceğimizi fark edince aklımıza geliyor bazı şeyler. O zaman da ne fırsat oluyor ne güç. Ne zor olmuştur gitmek kırk bir yaşındaki hastama. Arkasında üç kız çocuğu, bir de eşini bırakmak. Arafın en büyüğüne hapsoldu belki. Gidemediğinden...

Bugünlerde büyük anlaşmalar yapıyor insanlar. Sessiz ve derinlikli sözler yerine gürültülü ve sığ pazarlıklar yapılıyor. Bir evi, bir arabası olsun. On tane bilezik istiyorum... Böyle materyalist konuşunca insanlar, bence bozuluyor büyüsü her şeyin. Koşullu sevgi sinsi bir yılan gibi çıkıyor ortaya. O yüzden ben yarın ölecekmiş gibi yaşamayı seviyorum. Duymak istediğimi duyuyor, görmek istediğimi görüyor, görmek istemediğimi de görmüyorum. Kırgınlıklarımı anlatıyorum bir çırpıda, çok da abartmıyorum. İlişkileri keskin çizgilerle sonlandırmayı sevmiyorum, bende ucundan kıyısından bir duygusu varsa. Hiçbir beklenti yokken güzel sesten güzel bir şiiri dinlemeyi seviyorum mesela. Bedenime yüksek voltajdan yayılan enerjiyi. O enerjiyi renklendirseydim eğer parlak güneş sarısı olurdu. Koşullu sevgi diyordum...

Haddini bilmeyen insanoğlu yine yapıyor yapacağını, üç sene sonra trafik kazasından öleceginin garantisini veremezken, beynine atan bir pıhtı sonucu on beş yılını bir yatağa ve bakıcıya bağlı yaşamayacağını öngöremezken yirmi yıllık planlarla kendilerini bir kalıba sokuyor. Ne gerek var küçük dertlerin büyük kavgalarını yapmaya? Başını omzuna yasladığında sessizliğin içinde huzurun şarkısını dinlemek varken...