Affedersin Özdemir Asaf! Şiirinin en vurucu yerini yaşıyoruz 21. yy'da. Yazıda incinmiş, dilimlenmiş benliğinize su serpecek bir şifa bulamayacağınızı şimdiden bildirmek isterim. Ölmeden önce sert uyanışların sancısını çeken susamışları ise her satır başından selamlıyorum.


Böyle örselenmiş bir ölmeyişin denklemini karantina günleriyle yoğurmak aklıma gelmezdi, ama işte!


Meydanlar okuyoruz ölüme. Sokakları boş bırakarak. Birbirimizden uzaklaşarak. Kredi kartlarımızın temassız özelliğini yüklenerek göz kırpışlarımıza, dirsek tokuşmalarımıza. Ekrandan görüntülü konuşurken kirpiklerimizi temizleyerek akıllı telefonlarımızdan.


Oysa falezler mi gerekmeliydi ölümü hatırlamak için? Belki evlerimizde, camilerimizdeki mevlitler mi? Günlük yaşamlarımızda ağızların tadını kaçıran ölümü kaç kere hatırlıyorduk ki?

Üçüncü sayfalarda?

Haber kanallarında?

Mahallemizde okunan bir salada?

Pandemide mi!

Hadi artık, şu cenazeyi kaldırın da açalım müziğimizin sesini!


Gasilhanelerden seslenen gassalın "Tabutunu al!" nidasına;

"Ey Ümmet-i Muhammed! Tek başımayım. Cenazemi araca kaldırmama yardım edin!" çığlığını yok sayarak meydan okuyoruz ölüme. Bugün de bir başkasının ölüm haberine uyanarak. Acılarımıza sırt dönerek. Küserek. İyileşmeyi ilaç kutularından ibaret sanarak. Kırgınlıklarını ifade edenlerin kırılmışlıklarından emerek.

"Kırıldıysam özür dilerim" diyor ya şair.

Bu yüzyılda kıran, inciten, üzen, ağlatan...


Güçlüler ey şair çok güçlüler!


Kırıldığımız için bize kırılan hatta hesap soran, kibrine kanat takmış melâikelerle dolu her yanımız!


Meydan okuyoruz ölüme, estetiklerle de değil hem. Değil kozmetiklerle. Gezerek değil. Dokunarak değil. Okuyarak değil. Tutunarak değil bir ülküyü. Bunlara rahmet okutuyor yalnızlığımızın şaha kalkmış "biricikliği".

Unutarak meydan okuyoruz en çok ey şair. Nerede beklediğimizi, hiç gitmeyeceğimizi, hangi yöne döneceğimizi bir atom gibi parçalanarak, unutarak.


Sanat nedir gerçekte? Sanat, toplumun yapıştırıcısı, birlikteliğini kuvvetlendiren yegane parçası değil midir?

Sanat en iyi fotoğrafı çekmek mi? En iyi filmi yönetmek mi? En iyi şiiri yazmak mı, nedir sanat? Haydi, geçelim.

"Sanat, toplum içindir. Sanat, sanat içindir " kalıplarıyla yedik bitiremedik köşkün ambarını.


Beni iyi anla! Ben bu soruyu, ölümün çokluğunda insanın yalnızlığında soruyorum ey şair!

Haneke'nin misinasını kim çekti hayatlarımıza? Bu takılıp düşmelerimizde kimin parmağı var? Oysa bir atın üzerinde ceketimiz rüzgârla havalanıyordu.

Doktorduk üstelik! Bilmişliğimize ve biricikliğimize kim kastediyordu?

"Ölüm gibi" bir şeyler oluyordu ama ölmüyorduk.


İyi olma, İyileştir. Kendimizden başlama tembelliğimizi hangi bahaneye sığdıralım? En yakınımızdaki dururken. Burnumuzun ucu hani? Sana acımasız davranan. Hareketleri ile sözleriyle. Aslında sana yardım çığlığını atan o insan. En uçtaki, evet o!

İşit onu!

Sanatın uyandırmalı. Sanatın iyileştirecek bir tebessüm olmalı. Görünmez duvarlara çarpmadan kurban etmelisin haklılıklarını. "Ölüm gibi" bir şeyler oluyorken etrafımızda. İsteklerimiz, arzularımız, köhnemiş inatlarımız, biricikliğimizi beslemiyor olmalı.


Acımızdan tutunmalıyız hayata. Ortak olan duygu "acı"dır yalnızca.

O evde kopan kıyamet "senin kıyametin".

O evde yaşanan ayrılık "senin ayrılığın".

O evden duyduğun çığlık "senin çığlığın" duymak yetmiyor.

İliklerimize kadar o tabutta taşınan senin ağırlığın, uzaktan bakarken.

Dokun ve iyileştir ve dindir bu çığlığı.

Yaşamak bir sanattır.


"Kadim filozoflar, ruhun kemâlinin maddeye bağlı olduğunu ve onda ortaya çıktığını anlamadı; sıla-ı rahim, beden ile ruhun bu irtibatını anlamak demektir" demiş, Sadrettin Konevi.


Sözün derin mânâlar içerdiğini biliyorum. Çok azını fehmedebiliyorum ki bu yükünü taşıdığımız şimdiki zamanımızın ilacını yazmış bir reçeteye dönüşebiliyor gözümde. Biricikliğimle mutlu olamam. "Beni anlamıyorsun!" diyen çığlığın sesini duyabiliyorum. Ölümün gitmek değil, beklemek değil, dönmek olduğunu anlıyorum ey şair.


Yurdumun, burada aldığım toprak parçası olmadığını biliyorum ve ahirette umduğum cennet bahçeleri, ırmaklar olmadığını da. Yurdumun bir insan gönlü olduğunu anlıyorum ey şair.

Bir tek, gönlü mekan yapanı...


21. yüzyılın misina ipine takılıp düştüğümüzü görüyorum. İyileşmemiz ne kadar sürer? Herkesin bir tespitinin, cevabının olduğu şu devirde, herkesin onu tutan bir sorusu olması gerektiğine tüm kalbimle inanıyorum. Yıllar öncesinde okuduğum bir röportajında

"Sanat nedir?" sorusuna Tarkovsky'nin verdiği cevapla bitiriyorum çalakalemimi.


"Sanat, insanın manevi bir varlığını sonsuz ve kudretli İlâh'ın bir parçası olduğunu ve de sonunda tekrar ona döneceğini hatırlatmak için var. İnsan bu sorularla ilgilenir kendine bu soruları sorarsa manevi olarak zaten kurtulmuştur. Cevabın hiçbir önemi yoktur. Biliyorum ki bu andan itibaren artık eskisi gibi yaşamayacaktır."