Var olan bir canlı var başlangıçta.

Başlangıcın gerisinde hiçlik.

Yani, hiçlikten gelen bir canlı var, başlangıçta.

Bu canlı doğduğundan itibaren büyüyor, deneyim ediniyor, farkındalığı gelişiyor.

Bilgi birikimi oluşturuyor, kendini fırlatılmış bulduğu bu evren hakkında. Doğa yasalarını tanıyor; yer çekimini, ısıyı, sesi ve daha nice şeyi. Bunlara göre hareket etmeyi öğreniyor. Yani kendisini bu yasalar çerçevesinde harekete mecbur ediyor, diğer türlüsü canını yaktı çünkü. Tekrar canının yanmasını istemez.

Sonrasında, bu var olageldiği evren üzerine düşünebilecek kapasiteye erişiyor. Hiçbir şeyin bir temele dayanmadığını fark ediyor şanslıysa. -ya da şanssızsa mı demeliydim?- Ve kendini buna da adapte ediyor, yani düşünce ve hareket alanını biraz daha daraltıyor sınır çizerek.

Ve böylece geçiyor zaman, yetişkin oluyor, çocuğu oluyor, evi oluyor. Birey kendini gerçekleştirme aşamasında olduğu döneme varıyor yani. Şanslıysa kendini gerçekleştiriyor istediği şekilde, değilse de çevrenin bireyi şekillendirmesini izliyoruz sahnede. 

Ve bir devir daha bitiyor, birey yaşlanıyor. 

Yaşlılık demek, kendini gerçekleştirme aşamasını atlatmış olmak demek. Dolayısıyla bireyin artık ana gayesi ortadan kalkmış oluyor. Anlamsızlık yumağı çeviriyor etrafını, zira artık ona anlam peşinde koşmasını sağlayacak bir kaynak yok, tükenmiş o kaynak orta yaşlarda.

Sonraki aşama ise ölüm.

Ölüm, bireyin bütün başarılarını, başarısızlıklarını, duygudurumlarını sıfırlayan olgudur. Bireyin bireyliğini kaybetmesine sebebiyet verir. Birey, birey olmaktan çıkıp tekrar başlangıçtan önceki forma bürünmüştür; hiçliğe. 

Her şeyin hiçlikten doğup geçici bir süreliğine var olup, sonrasında tekrar hiçliğe dönmesi söz konusu. Hâl böyle iken yaşam, daha genel bakarsak da varoluş anlamsızlığın içinde yüzüyor.

Ölüm, geride kalanlar için korku vericidir yalnızca. Ölen için ölümün de bir anlamı kalmamıştır, tıpkı diğer bütün şeyler gibi. Ölüm varsa biz yokuz, biz varsak da ölüm yok.  Az önce hayatta olan bir canlının şu an kaskatı bir cesetten ibaret olması ne garip. Isısını kaybetmiş, hareketi yok. Donuk ve soğuk. Bir fotoğraf karesinde olanlar gibi. 

Ve ölüm bir gün herkesi bulur. Bütün canlılığı. Devamında evrenin kendisini. Var oluş, var olmanın dışına çıkma yönünde ilerliyor. Yok olmaya oluşan bu yönelim nedendir.

Bizler bu kısıtlı algı mekanizması ile kavramakta zorlanıyoruz var oluşu. Ve var oluşun önünde ve arkasında bulunan yok oluşu. Mantık kurmakta yetersiz kalan bir beyin.