İncelemeye yazar hakkında kısaca bilgi vermekle başlamak istiyorum. Amin Maalouf, 1949’da Lübnan’da doğdu. Annesi Türk kökenli Mısırlı, babası Katolik cemaatine mensup. Yazar, iç savaşın çıktığı 1976 yılına kadar Lübnan’da yaşamıştır. 1976’ten beridir de Paris’te yaşamaktadır. Yazarın ana dili Arapçadır. Bu bilgileri vermek istememin sebebi, kitabın konusunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olmak.
Kitabın konusu ‘’kimlik’’tir. Yani insanın dinsel, etnik, ulusal ya da başka özelikleri göz önüne alınarak bir tanıma sıkıştırılmaya çalışılması ve yazarın bu konudaki tespit ve eleştirilerini konu edindiği deneme türünde bir kitap. Bu bilgileri vermekle, yazarın bu konuya ilişkin olarak bize sadece teorik bilgileri vermekle kalmayıp kendi yaşam tecrübesinden de yararlandığını belirtmek istedim. Yazar kitaba başlarken de kendini şöyle tanımlıyor: ‘’Kendimi ’daha çok Fransız’ mı, yoksa ‘daha çok Lübnanlı mı hissettiğim ne kadar sorulmuştur bana. Cevabım hiç değişmez. ‘Her ikisi de!’’’
Evet, yazarın kimlikle ilgili sorulan soruya verdiği cevaptan da anlaşılacağı üzere kendisini tamamen bir kültüre ait hissetmiyor, yani kendisine çizilen bir sınırda kalmak istemiyor. Ve kitabın ana fikri de bu diyebilirim. Yani insanın kendini sadece bir kültüre ya da bir etnik gruba ait hissetmesi gerekmiyor. Kendini, inkar etmeden istediği gibi bir tanımlamak istiyor. Burada ben de kendimle ilgili şunu söylemek istiyorum: Ben Mardinliyim ve bir tanışma sırasında bunu söylediğimde hemen arkasından şu sorular geliyor:
‘’Kürt müsün? Türk müsün? Arap mısın? Süryani misin? Alevi misin? Sünni misin?’’
Bu sorular böyle uzayıp gidiyor. Ben de burada, Amin Maalouf gibi ''hepsindenim'' demiyorum tabii. Ama demek istediğim tek bir cevap var: ‘’İnsanım’’. Benim için dünyada tek bir kimlik var o da ‘’insan’’.
Kitaba dönecek olursam; yazar genel olarak dinler, milliyetler, diller, cemaatler, Avrupa ve ''Doğu'' diye tabir edilen ülkeler arasındaki farklar, Amerika kültürü ve kimliği ilgili görüş ve tespitlerini anlatıyor. Ben özellikle dinlerle ilgili tespitleri çok beğendim. Yazar Hristiyan olmasına ve Avrupa’da yaşıyor olmasına rağmen dinlere karşı, özellikle de İslam’a karşı objektif değerlendirmeler yapmıştır. Özellikler şu tespitini çok beğendim:
‘’Hiçbir din hoşgörüsüzlükten soyutlanmış değildir ama bu iki "rakip" dinin bir bilançosu yapılacak olsa, İslam hiç de fena görünmez... Eğer atalarım, Müslüman orduları tarafından fethedilen bir ülkede Hristiyan olmak yerine, Hristiyanlar tarafından fethedilen bir ülkede Müslüman olsalardı, onların inançlarını koruyacak on dört yüzyıl köy ve kentlerde yaşamaya devam edebileceklerini sanmıyorum. Gerçekten de, İspanya'daki Müslümanlara ne oldu? Ya Sicilya'daki Müslümanlara? Yok oldular, tek kişi kalmamacasına katledildiler, sürgüne zorlandılar ya da cebren Hristiyan edildiler.’’
Amin Maalouf, Lübnan’da doğmuş ve büyümüş, ana dili Arapça olan bir Katolik olmasına rağmen hoşgörü konusunda İslam’ın Hristiyanlıktan daha iyi olduğunu söylüyor. Burada yazarın değinmiş olduğu konulara ne kadar objektif yaklaşmaya çalıştığını belirtmek istedim. Kitaptaki diğer tespitler de dikkate değer... Keyifli okumalar.