Yukarıda alacakaranlık bir gökyüzü var. Düşmüş bir umutsuzluk yağmuru düşüyor, orada yaşayan ruhların üzerine sürünerek parmaklarını yerde sürüklüyorlar. Umutsuz ve kör; içlerindeki kalpleri kurtarabilecek bir aşk arıyorlar. Ağaçlar bükülür ve inlerler. Yas tutarlar ve gözyaşı damlarlar çünkü bu toprak nefes alan bir mezardır. İşkenceli ve amansız böyle kederler var, ışığın yokluğunda bedeni bu mezarda doğdu. Son nefesiyle bedeni baygınlaştı ve sise dönüştü. Bütün söylenenleri anlamak için pek zamanı olmayan bu okyanus, dizlerinin üzerine çöktü. Yavaşça ağladı.

Sis tekrar kıvrılırken okyanus yalnız kaldı. Kaybından dolayı içinde bir kesik açıldığını hissetse de ona yardım ettiği için de tatmin olmuş hissediyordu. Aşkının sonuna kadar yaşayacağını biliyordu. Sisler içinde o anı soldu.

Orman, kalbi gibi boş,

Gümüş yıldızı ışığının ve solan güzelliğin buluşması eriyen eterde bir nimetti.


(Devamı olmayacak, olmamalıydı zaten.)