Gıcırdayan kumları düşlerken buluyor kendini bazen. Üzerine bastıkça, ayakkabıların tabanından bile hissedilen yumuşaklığı, çoraplarından içeri girmek için üstün bir çaba göstermeden ayaklarının altına batan kumların verdiği rahatsız hissi… Bulutların üzerinde yürüyormuşçasına net bir taban hissetmeden yürümeyi düşlüyor. Ve özlüyor bunu, kum tepelerinin üzerinde doğmuş gibi. Her şeyiyle bir çöl düşlüyor ve nem farkı önemli değil. Gündüzleri, tenini yakan güneşin altında olması, geceleri sanki güneşin sanki oraya hiç uğramamış gibi davranmasını önemsemeden. 


Etrafında kimse yok. Güneşin var olmadığını kanıtlamak istercesine yok olduğu her yerde olduğu şekilde kabulleniyor çölü. Çölü düşlüyor bazen yalnızca, bastıkça ayaklarının altında kayan kum tepelerini hayal edip bunun içinde bir rahatlama yaratıyor kendine. Çünkü sanıyor ki dünya üzerindeki en rahatsız yer, 15 ve 35 derece enlemleri arasında rüzgarla kayıp yer değiştiriyor sürekli. Orası olmalı. Başka bir yeri kabullenmez bünyesi, ağzındaki yapış yapış kuruluğu ve düşlerinin kendine sürekli oyunlar oynamasını başka bir şeyle açıklayamaz.

Çöl uzanır ve kumdan ellerini uzatarak olmayan şeyler yerleştirir insanın aklına. Bunu biliyor. Uzun vadede, gördüğü kendinden bir parça bile olsa gerçekliğine inanmaması gerektiğini biliyor. Gerçekliği kendi kelimeleriyle açıklayamayacak kadar yetersiz olduğunu biliyor ama bu yetersizliği örtebilecek tek şey güneş ışıklarıyla ısınmış bedeninden daha sıcak, fırınlanmış kumların ta kendisi. Bunun böyle olduğunu sanarak geçiriyor yıllarını. 


Yutkunuyor ve tüm düşlerinin gerçek hayatıyla kurduğu bağı çıplak ellerle koparıyor. Çiğniyor… Çiğniyor… Ancak tükürmeye cesareti yok. Tükürdüğünde olacakları bildiğini sanıyor. Düşlediği her şeyin canlılığını geri kazanıp yeni doğan ellerini gökyüzüne uzatacağını, güneşin kollarına dokunacağını ve gerçek hayatında bir çöl yaratacağını düşünüyor. Oysa buna gerek olmadığını bilecek kadar çok kurmuştu bu hayalleri. Çünkü bir şey aklının her köşesini istila ediyorsa, gerçek olup olmamasının bir önemi kalmadığını çoktan öğrenmişti.