Burada, bu bebek mavisi koltukta, hareketsiz ve budalaca durup hiçbir şey yapmadan her şeyin düzelmesini bekliyorum. Kahretsin ki altı senedir bekliyorum. Çabalamadan, uğraşmadan, didinmeden tam altı senedir bekliyorum. Neyin düzelmesini beklediğimi bilmiyorum ama buraya oturmadan önce aldığım yiyeceklerin tarihinin geçtiğini biliyorum. Buraya oturmadan önce açık bıraktığım kolanın içilemeyecek kıvamda olduğunu biliyorum. Evin ceset gibi kokmasının sebebini biliyorum. Ödenmeyen faturalardan olsa gerek, buzdolabımın en aşağı beş senedir çalışmadığını da biliyorum.



Hayat bir bekleyişten ve bağımlılıktan başka bir bok değildir. Hadi şimdi bağımlılıklarınızı gözden geçirin.



Tek ve en güzel hobim düşünmek. Altı senedir yerimden kalkmadan bu bebek mavisi koltukta düşünüyorum. Dış dünyayı kapatıp iç dünyaya geçmişim gibi. Sanki bir oyunun başında sekiz saatimi harcamışım gibi, günün on sekiz saati uyuyormuşum gibi, komadaymışım gibi…



Hayat düşünceden ibarettir, oluş ise hayattan. Düşünecek sınırsız şeyiniz vardır fakat yapacaklarınız sınırlıdır. Her şeyi düşünebilirsiniz fakat her şeyi yapamazsınız.



Altı sene sonunda, düşünmeye ara verip salonumun küf tutmuş, toz bağlamış, rutubet ve ceset kokan manzarasına bakıyorum. Ayaklarımı sehpadan indirip yere koyuyorum. Sekiz saatlik oyunumun başından kalkıp markete gidiyorum. On sekiz saatlik uykumdan tuvalet için uyanıyorum. Altı senelik kişisel komamdan çıkıp hayata geri dönüyorum.



Pencereye yönelip elimi cebimdeki sigara paketine atıyorum fakat paketteki sigaraların içilebilecek bir yanının kalmadığını görünce tozlu sehpanın üzerine bırakıyorum. Rutubet kokusunu içine hapsetmiş olan perdeyi ellerimle itiyorum ve odaya vuran akşam güneşinin ışığı gözlerimin acımasına sebep oluyor.



Mahallemizin yaman delikanlısı Turgut’un kardeşini görüyorum, ağır adımlarla çıkıyor yokuşu. Gözlerim anlamsız bir şekilde Turgut’u arıyor. Aklıma “her on saniyede on sekiz kişi ölüyor” istatistiği geliyor. Kolumdaki durmuş saate bakıyorum.



Turgut insanları kullanırdı zamanında,

Arabasının içinde cayır cayır yanana kadar.

Çok içer, az küfreder, geç yatar

Hiç ağlamazdı

Arabasının içinde yanana kadar.



On beş sıfır beş on iki gecesi öldü Turgut,

Aç bir köpekti kendisi izlenimlerime göre

Gergindi, sinirliydi, aksiydi ve

Kadınlar bayılırdı ona

"Vakti dolmuş muydu bilmem, hoş çocuktu öyle."

Pek tabii arabasının içinde yanana kadar.



Turgut’u çok tanırlardı buralarda

Seveni çoktu, ün sahibiydi yani

Boktan bi semt civarlarında

Bira sevmez, saçına önem verir, kıllarını tıraş ederdi

Arkadaşları bayılırdı Turgut’a

"Birkaç yamuk işi vardı ama çok kral adamdı esasında."

Pek tabii arabasının içinde yanana kadar.



Beyaz bir arabanın içindeymiş o gece,

Riva yolunda tam yüz yirmi kilometre.

Yüz-yirmi-kilometre!

Beyaz bir sedanın içinde, JB şişesi elinde,

Dediklerine göre çam ağacı bağlıymış aracın üstüne

Alev alev yanıyormuş araba, kaportasında benzinle

Beyaz bir arabanın içinde alev alev yanmış Turgut.

Öldü biliyorlar Turgut’u,

Ölecekti de zaten, yan koltukta ben oturmasaydım.

"Sadece araba yanacaktı, salak. O şişeyi elinde tutmasaydın!"



Çok ağlamışlardır öldüğünü duyunca

Kardeşi ağlar, ablası ağlar, dayısı ağlar

Gürler amcaları, babası külhanbeyi

Yüz yirmiyle virajı dönüp

On saniye içinde bir adam ölür

Ve yanında götürür on yedi kişiyi

On birinci saniyede ben ölürüm, kayıtlara geçmez bu ölüm.

"Yan koltukta biri yoktu, ben gördüm."



Turgut’un bulamamışlar cesedini,

Arabanın yanmış iskeleti

Ve ceketi

Ondan bir hatıra olarak

Dikilmiştir hatıra ormanlarına

Altı sene sonra bu odada

Küf ve rutubet kokusuyla yaşarken

Ve evimin küvetinde herhangi bir ceset yatarken

Nefes alamıyorken yani kokudan

Unutulmuşken yanmış insanlar

Ve unutulmuşken yakan insanlar

Ritminiz bozulsun, kalbiniz teklesin

Ağlamamışsanız gerçekten

Ve ağlatmışsanız Turgut gibi

Yani varsa hala onun gibisi,

Biraz daha beklesin

On bir tane sıktım Turgut’a,

On birincisi kayıtlara geçmesin.