Az çoğun, çok da azın yanılgısıydı belki Baba. Bugün durup bakınca zamana, zamanın bendeki akışına ve diğerlerindekine, onun iki yüzlü yanıyla tanışma yıldönümü, bugün senin gidişin benim büyüyüşüm.

Ölüm gelirken geldiği kişiye geliyorum der mi Baba? Bilir mi kişi öleceğini, hisseder mi? Soğuk mu ölümün yüzü? Ürküttü mü seni? Neden gidene yol bu kadar kısa, kalana bu kadar zor baba?


Ardından tabii değişti her şey, değişti hayat. Değiştim ben. Unutulmuş bahar dileklerine döndüm, açılmış da kapanmamış parantezlere. Bir yokluk bir insanı kaç urganla bağlarsa o kadar urganla durduğum yere bağlanmış gibiyim. Her keder saçlarıma dolanıyor, açamıyorum ben hiçbirini. Bu nasıl bir gidiştir ki bütün yaşlanma ve ölüm telaşını alıverdi benden? Bana hiç bitmeyecek gibi duran, tipili bir sızı verdi. Üzerime kar yağıyor gibi hissediyorum baba, ben sanki senin toprağının küçük bir parçasıymışım da hani bana da 

yağıyormuş sana yağan ne varsa.


O doldurulamayan boşluğuna neyi bulursam atıyorum, kitapları, sözcükleri, çizdiğim resimleri, insanları, şehirleri, ayakkabıları, çikolataları, sevgileri, tutkuları, nefretleri. Aklım hep seninle yaşadığımız küçük kısa anlarda. Bir balkonda "pencere"ler hakkında konuşmamız. Senin uzun uzun pencereleri seyretmen, içimden kısa bir an babam üzgün mü acaba diye düşünmem, sonra omuz silkip babalar üzülmez diye geçiştirmem. Pencereler senden bana kalan babacığım, seninki gibi ela bir çift gözle bakmasam da onlara bakıyor ve düşünüyorum her gece. 


Bugün senin gidişin.Kurumayan bir mürekkeple yazıyorum sana, dokununca dağılıyor aynı benim gibi. Bugün senin gidişin babacığım, benim ise o gidişle bir buluta karışıp, bir daha güneşe çıkamayışım.