“Bütün ‘şey’ ayrıntılarda değil midir zaten? Ayrıntılarda ele vermez mi insan kendini?”

Tehlikeli Oyunlar / Oğuz ATAY

 

Merhabalar, rica etsem çakmağınızı kullanabilir miyim? Çok teşekkür ederim, çakmağımı evde unutmuşum da. Normalde çok dikkat ederim böyle şeylere. Yanıma almam gereken şeyleri alıp almadığımı defalarca kontrol ederim, ellerimle ceplerimi yoklar, çantamı şöyle bir karıştırırım. Merdivenlerden inip sarı renkli şirin apartmanımızdan çıkana kadar da tekrar tekrar aklımdan geçiririm yanıma almış olmam gereken şeyleri. Ama şansa bakın ki bugün sabah uyuyakalmışım. Uyuyakalınca da işe geç kalmamak için apar topar fırlayıverdim evden tabii ve ne ceplerimi yoklamaya ne çantamı karıştırmaya ne de yanıma almam gereken şeyleri aklımdan geçirmeye fırsat bulabildim. İşte böyle apar topar evden fırlayıverince ve gerekli kontrolleri yapamayınca da unutuvermişim çakmağımı. Hâlbuki tam da sigara paketinin yanında duruyordu küçük siyah çakmağım. Ama siz de hak verirsiniz ki insan bir şeye acele etmeyegörsün, bırakın çakmağı burnunun ucunu dahi göremiyor o aceleyle. Gerçi ben çakmağımı sigara paketinin içinde taşırım ama kabul edersiniz ki çakmağın pakete sığabilmesi için en azından dört hatta beş sigaranın içilmiş olması gerekir ama şansa bakın ki ben paketi daha yeni açmıştım ve yalnızca iki sigara içmiştim o paketten. Dolayısıyla da çakmağı paketin içine değil de yanına koymak durumunda kaldım tabii. İşte böyle böyle, ufak tefek, olur olmadık birkaç küçük ayrıntı bir araya gelince de unutuvermişim çakmağımı. Hem sadece çakmağımı değil gözlük bezimi de unutmuşum o sabah koşuşturmasının içinde. Dışarıdan bakıldığında o kadar da büyük bir sorun çok da önemli bir şey değilmiş gibi görünebilir elbette, alt tarafı gözlük bezi canım, ne olacak da denilebilir denilmesine fakat özellikle böyle yağmurlu havalarda çok ama çok mühim bir şeydir gözlük bezini yanında taşımak. Mesela yağmurda yürürken ıslanan camlar kapalı bir yere girmenizle beraber buğulanıverir hemencecik ve buğulanıverince de gözlüğün camları, hiçbir şey göremezsiniz ister istemez; koca bir grilik kaplar her yeri. Böyle bir durumda da gözlüğün camını silmek icap eder elbette. Gerekir gerekmesine de eğer yanınızda bir gözlük bezi yoksa mecburen üzerinizdeki kazağın, gömleğin ya da üzerinizde her ne varsa artık onun bir parçasıyla yaparsınız bu işi. Yaparsınız yapmasına da gözlük bezinin sildiği gibi güzel silemez camı o kıyafet parçası. Lekeli kalır cam. Üstelik ne kadar uğraşırsanız uğraşın, bir türlü adam akıllı temizlenmez gözlüğün üzerindeki o lekeler ve bulanık, alacalı beleceli görürsünüz dört bir yanı. Yaaa, böyle işte, önemsizmiş gibi görünen şeyler yeri geldiğinde ne kadar da önemli olabiliyorlarmış öyle değil mi? Şey… Ben sizi rahatsız etmiyorum, öyle değil mi? Ah, ne kadar da incesiniz, beni masanıza davet ediyorsunuz, çok teşekkür ederim. Lütfen size bir sigara ikram etmeme izin verin. Sonuçta değerli vaktinizi hiç mi hiç tanımadığınız, kimin nesi neyin fesi olduğunu bilmediğiniz bir adama ayırıyorsunuz. Buyurun, yakın lütfen, çekinmeyin… Evet, ne diyordum ben en son? Hah, hatırladım! Önemsiz şeylerden, daha doğrusunu söylemek gerekirse önemsizmiş gibi görünen ancak yeri geldiğinde çok ama çok önemli olabilecek şeylerden bahsediyordum. Örnek vermek gerekirse ben yanınıza gelmeden önce elinizde tuttuğunuz, ben sizinle konuşmaya başlayınca da masanın üzerine bıraktığınız kitap... Evet evet o. Şaşırmayın lütfen. Aslında elinizdeki o kitabı görmesem çakmak istemek için özellikle sizin yanınıza gelir miydim, gelsem bile sizinle konuşma cesaretini gösterebilir miydim hiç bilmiyorum fakat elinizdeki o kitabı görünce bir şey sizin yanınıza çekti beni. Yanı başımdaki masada ders çalışan, daha doğrusu ders çalışıyormuş gibi görünüp saçma sapan şeyler konuşan gençlerden ya da bir arka masamda yalnız başına oturan teyzeden değil de sizden istedim çakmağı. O an elinizde tutuğunuz kitabın büyüsüne kapıldım belki de. Bilemiyorum. Ayaklarım harekete geçti birdenbire ve sizin yanınızda buluverdim kendimi. Yanlış hatırlamıyorsam eğer geçtiğimiz temmuz ayında okumuştum ben bu kitabı. Öyle çok bilinen, göz önünde olan bir kitap da olmamasına rağmen bir şekilde gelip buluverdi beni. Aynen öyle oldu, evet. O beni buldu. Kitapçıda neye baktığımı, hangi kitabı aradığımı bilmeden sadece kitaplara bakmak için laf olsun diye rafların arasında dolandığım bir günde, hiç ama hiç hesapta yokken birdenbire karşıma çıkıverdi bu kitap ve yazarından bile bihaber olduğum bu kitapla birlikte çıktım ben o kitapçıdan. Doğruca evime gittim ve üzerimi bile değiştirmeden okumaya başladım onu. Hiç ara vermeden, başından kalkmadan ve neredeyse nefes bile almadan okudum. Kitabı bitirip kapağını kapadığımda başım zonkluyor, gözlerim alev alev yanıyordu. İster inanın ister inanmayın ama bu kitap hayatımda bir dönüm noktası; hatta hayatımın, gerçek anlamda hayatımın başlangıcı oldu diyebilirim. Her şeyi bir kenara bırakın, insanlara olan bakışım değişti bu kitabı okuyunca. Kabul buyurursunuz ki insanlara olan bakışınız bir kere değişti mi hayatınızın tümü de öncesiyle ve sonrasıyla birlikte baştan aşağı değişmiş demektir artık. İşte benim de önce insanlara bakışım değişti bu kitapla beraber ve sonra da hayata olan bakışım değişti. Sonuçta hayata olan bakışınızın değişmesi için evvela insanlara olan bakışınızın değişmesi lâzım gelir. Tam da bu yüzden hayata olan bakışını değiştirmek isteyen bir insanın her şeyden önce insanlara olan bakışını değiştirmesi gerekir. Sonuç olarak da önce insanlara, sonra da hayata olan bakışı değişen bir insanın da tüm hayatı baştan sona değişmiş, yeniden yaratılmış olur. Artık o eski, alıştığınız, kendinizi rahat ve mutlu hissettiğiniz küçücük pencerenizden bakamazsınız hayata. Gerçi ne yaparsanız yapın tam olarak da çıkamazsınız o pencerenin açısından ama bu başka bir öykünün konusu, o kadarına karışmayayım ben. Neyse… Tabii şimdi “Bu kitabın sizi bu kadar etkileyip hayatınızı değiştirmesiyle önemsiz gibi görünen ancak yeri geldiğinde çok da önemli olabilen şeyler arasında ne gibi bir ilişki olabilir ki?” diye sorabilirsiniz bana. Hemen siz sormadan izah edeyim: Bakın şimdi; ben bu kitabı, pek okuyanı, pek bileni olmayan bu kitabı, neredeyse bir sene önce tamamen rastlantısal bir şekilde aldım, okudum ve az önce söylediğim üzere hayatımı değiştiren bir kitap oldu bu kitap. Tam anlamıyla “Bir kitap okudum ve hayatım değişti.” diyebilirim bu kitap için. İşte ben bu kitabı okudum, aradan hemen hemen koca bir sene geçti ve bugün evden çıkarken hiç de adetim olmadığı hâlde çakmağımı yanıma almayı unuttum. Sonuç olarak tam da çakmağımı unuttuğum böyle bir günde, benim de okuduğum ve çok etkilendiğim, hayatımı değiştiren bu kitabı okuyan ve masasının üzerinde de bir çakmağı olan size rastladım. Şimdi söyleyin lütfen, eğer ki ben bu kitabı hiç okumamış ya da okusam bile bu kadar çok etkilenmemiş olsaydım ve yanımda da hâli hazırda bir çakmak bulunduruyor olsaydım, burada, tam da şu an, sizinle bunları konuşuyor olur muydum? Ayrıca hayatımı değiştirdiğini söylediğim bu kitap, tüm bu yaşadıklarımızla da gösteriyor ki hayatımı etkilemeye ve değiştirmeye devam ediyor hâlâ. Hatta hiç farkında olmadan öylece durduğu yerden ve beni tanımadan yapıyor bunu. Hayatıma, hayatlarımıza dokunuyor… Peki… Peki siz nasıl buldunuz bu kitabı? Anlıyorum… Tabii… Haklısınız, yeni başlamışsınız sonuçta. Ne de olsa insan okumaya yeni başladığı bir kitap hakkında kesin bir şey söyleyemez. Ancak, yine de bitirdiğiniz zaman bana hak vereceğinizi ve sizin de yaşamınızın büyük bir ölçüde değişeceğini düşünüyorum. İşte o zaman sizinle bu kitap hakkında tekrar konuşmak isterim… Şey… Aslında… Ben diyordum ki… Eğer vaktiniz varsa… ve kabul ederseniz… birlikte bir şeyler yapabiliriz diye düşünmüştüm… Ne mi yaparız?.. Bilmem… Yemek… yiyebiliriz mesela… Evet! Yemek yiyebiliriz. Öyle mi? Beni gerçekten çok mutlu edersiniz. Tabii, hemen kalkalım. Ben de çok acıkmıştım zaten. Lütfen, önden buyurun.

 

Tamamen saçmalıyorsun! Ne yani, sırf elindeki kitabı bir başkası da okudu diye kim onunla yemek yemeyi, bırak yemek yemeyi, herhangi bir konuda konuşmayı kabul eder ki? Koca gezegende o kitabı okuyan bir sen bir de o mu var? Hem hayallerinde bile utanmadan arka arkaya diziyorsun yalanları. Neymiş efendim, o kitap hayatını değiştirmişmiş. Yok daha neler! Zar sor, sıkıntıdan öfleye püfleye bitirmedin mi sen o kitabı? Şimdi birisi çıkıp gelse ve “Söyle ulan! Bu kitabın neyi etkiledi seni bu kadar? Söyle!” dese, ne cevap verebilirsin ki? Kimsin ki sen? Bir o kıza bak bir de kendine. Ateş gibi alev alev yanan kızıl saçları, evren kadar sonsuz ve büyük kara gözleriyle ne yapsın senin yarı kel yarı kör sıfatını? Senin senden başka kimin var ha! En son kiminle karşı karşıya oturup sohbet ettin? En son hangi kızla, bırak kızı, hangi erkek arkadaşınla dışarı çıkıp yemek yedin de iki lafın belini kırdın? Hatta şu son altı ayda ihtiyar, kulakları yarı sağır annenden başka kim seni insan yerine koyup da bir selam verdi? Yaşadığını sandığın, ayakta bile zor duran, bir de utanmadan şirin dediğin sarı apartmanın önünde pinekleyen bitli, yaşlı, kemikleri sayılan köpekten başka kim sokuldu yanına da o kadın seninle konuşsun? Haydi diyelim bir cesaret kalkıp gittin yanına. Zaten cebinde bir çakmağın yokmuş gibi pişkin pişkin istedin çakmağını, gözlerinin içine baka baka daha ilk cümlede yapıştırdın yalanı. Ya sonra? “Çok güzelsiniz. Benimle yemeğe çıkar mısınız?” mı diyeceksin? Olur mu olur, kabul eder belki ha? Kafasındaki tahtaların bir çifti eksiktir de geceyi senin o kir içindeki kokuşmuş yatağında bile geçirir belki de olamaz mı? Ama dur, ben söyleyeyim sana ne olacağını. Süklüm püklüm gideceksin kızın yanına ve utana sıkıla isteyeceksin çakmağını. Sonra da yarım ağız bir teşekkür edip ellerin titreye titreye geri vereceksin ve utancından kıpkırmızı olmuş kulaklarınla birlikte ayaklarını sürüye sürüye masana geri dönüp utanıp kızardığın anlaşılmasın diye önüne eğeceksin başını. Elindeki sigarayı bile içmeyi unutacaksın hatta. Kendi kendine yanıp tükenecek sigara. Külleri üzerine dökülecek. İşte! Olacak olan tam da bu. Ne eksik ne de fazla. Tam olarak bu! Peki, peki neden o da bana bakıyor o zaman? Neden gözlerini bana dikmiş öylece bakıyor? Saçmalama, sana baktığı falan yok. Kendini kandırıyorsun sen. Hayır, bakıyor. Bakmakla da kalmayıp bir de tepeden tırnağa süzüyor sanki beni. Neden? Neden bir zamanlar gördüğü ve unuttuğu, şimdi de hatırlamaya çalıştığı bir rüyaymışım ya da yıllar önce izlediği bir Yeşilçam filmindeki öksüz ve yetim, hiç kimsesi, hiçbir şeyi olmayan, aç, sefil ve aciz bir çocukmuşum gibi bakıyor? İyi de nereden tanıyor olabilir ki beni? Ben bile kendimi doğru dürüst tanımıyorken o nasıl ve nereden tanısın beni? Yoksa! Yoksa anladı mı ona baktığını? Ona bakıp da olur olmadık şeyler düşündüğünü? OLAMAZ! Kötü kötü şeyler getirme aklıma. Anlamış olamaz. Aramızda onlarca kişi, onlarca yüz, onlarca göz ve kulak varken anlamış olamaz. Olabilir mi? Nasıl ki sen aranızdaki onlarca kişiye rağmen baktıysan ona, o da senin ona baktığını fark etmiş olamaz mı? OLAMAZ! Ya… Ya kalkıp gelirse yanıma? Ya gelip de bağırmaya başlarsa? “Sapık!”, “SAPIK” diye bağırırsa? “Ne bakıyorsun bana öyle yiyecekmiş gibi?” derse ne yaparım? Nasıl inandırırım ona bakmadığıma? İyi de bal gibi bakıyordun işte. Aynen söylediği gibi bakıyordun: “YİYECEKMİŞ GİBİ” bakıyordun. Irz düşmanı bir sapık gibi bakıyordun. Eğer ki ben kesmemiş olsaydım o sapkın hayallerini, daha neler neler hayal edecektin kim bilir? Ne sapıklıklar geçecekti aklından? SUS! Sus, Allah kahretsin, sus! Neden, neden baktım ona durup dururken? Adamakıllıoturupkahvemiiçmekvegitmekvarken neden baktım ona? NEDEN? Ne yapacağım peki ben şimdi? Kalkıp kaçsan mı acaba? İyi de kaçacak ne yaptım ki ben? Sadece baktım. Güzelliğine kapıldım gittim ve sadece baktım ona. SADECE. Bahane mi yani şimdi bu? Güzeldin, baktım. Gitmeliyim, hemen, şimdi. Hemen şimdi kalkmam ve gitmem lâzım. Gitmem, kaçmam lazım. Hâlâ bakıyor. Bana bakıyor. NEDEN? Gitmeliyim. İşte, kalktı yerinden. KAÇ! Bana doğru, tam üzerime geliyor. Gözlerini gözlerime kenetlemiş tam üzerime geliyor. Buraya geliyor. Kısavekızılsaçlarınısavurasavurageliyor. Olamaz! Bir şeyler yapsana aptal herif, hareket et! Kaç. Kaç. KAÇ!!! Yaklaşıyor, daha da yaklaşıyor. Avına, yaklaşan, yırtıcı, bir, hayvan, gibi, yaklaşıyor. Vadesidolmuşhayatlarasonvermekiçingelenbirölümmeleğigibiyaklaşıyor. Geliyor. KAÇ! Hareket edemiyorum. Çok az kaldı. Ben sapık değilim. Emin misin? Gerçekten değilim, yemin ederim. KAÇ! Sadece… sadece… güzelliğine baktım. SADECE! Kötü bir niyetim yoktu. Gerçekten. Özür dilerim!


“Ne zamandır bakıyorum sana. Bakıyorum acaba beni tanıyacak mısın diye. Bakıyorum bakıyorum, yok! Tanımadın değil mi? Hâlâ tanımadın. Tanımış olsaydın böyle boş gözlerle bakmazdın. Kesin saçlarım yüzünden. Kesin! Hay boyatmaz olaydım, nereden esmiş aklıma da kırmızıya boyatmışım bilmem? Benim. Rüya! Liseden… Ohoooo! Hâlâ mı tanımadın? Tamam değiştik değişmesine de o kadar da değil yani!”


“Tanıdım tanıdım. Tanımaz olur muyum hiç? Hatta ben de senin yanına gelmeyi düşünüyordum da asıl sen beni tanımadın sandım. Ne kadar da uzun zaman oldu görüşmeyeli... Belki on yıl, belki de daha fazla olmuştur herhalde. Otursana. Saçlar da yakışmış bu arada… Şey… Çakmağını kullanabilir miyim? Ben kendiminkini evde unutmuşum da.