Kalbin tamam dediğine gözler diyemiyor; dökülenlere izin veriyordu. Yorgun hislere karşılık eller; yolu yorgun görüyor, silemiyordu. Gören yoktu görünenden önce. Oysa aysız gecelerde gördü bu gözler, görünenleri. Somurtan yüzler alışılmışlığın dışında gülümsemeyi öğrenmişti o geceler, ay olduğunu anımsarken oysa. Yorgunluk yalnız ellerde değil birinci kişiyken üçüncü kişi olmanın ağırlığını hissediyordu içten. Sesini sessizlikte unutmuş, bakışlarını maziye gömmüş, hislerini hislerinde boğmuş, gücünü diplerden kazmış, cümlelerini boğazında düğümlemişti. Yürürken rastladığı örümcek ağına uzunca bakmış; zararını yok sayıp bozmamış, gitmişti. Oysa altmış dakikada yapılan bir ağ değil miydi bu ağ? Önemi yoktu artık. Ağ, körlüğe uzanan bir gecede; altmış dakikada varlığını oluşturmuş, kimin ördüğü de kimin bozacağı kadar önemsizliğini duyurmuştu. Bir rüzgar bekliyordu ağ; bölünmek, parçalanmak için. Biliniyordu aslen; yere, bütün olmadan parçaların dökülemeyeceğini. Bilinç unutulmuştu yolun en başında. Bilincin geldiği bir gece fırtınayı bekleyemeden rüzgar yok etmişti ağı. Hisler; soru işaretlerine gömülmüş, öylece bekliyordu neyi beklediğini dahi bilemeden. Bir parça mıydı beklenen; tekrar üçüncüyü bir, bütün etmeye. Var mıydı o parça, gönlü var mıydı bütünleşmeye… Cevaplar gecikiyor; geciktikçe bütünleşmesi gereken parça dışarıda hayatını idame ettiriyordu. Oysa gönüldü bu; ne istediği belli olamayan, gönül… Üçten bir eksilmiş aslen iki parça kalmış; bütünlüğe dileklenen... Geçmişin varlığı bir geçitte yok edilmiş; geleceğin yolu iki parçanın bütünü ile kazılmaya başlanmıştı. Varların ve yokların, yalanların ve doğruların, akların ve siyahların içine karışım olmuştu tek bütün… Bir hikayenin sonu da başı gibi yoktu aslen…
-SENA N.K.