Lurkios, diğer varlıklarla iletişim kurması yasaklanmış ilk tanrıydı. Daha evvelinde yüce tanrılıklar arasında oldukça sağlam bir yeri olan bu varlığın işlediği suçlardan ötürü cezası, ölümlüler arasında bir ölümsüz olarak yaşamak olmuştu. İki insan ömrü kadar katlanacağı bu cezayı ilkin normal karşılayan Lurkios, sonrasında bunun öyle kolay olmayacağını anladı. Zira omuzlarına yüklenen bu cezayı hiçbir canlı taşıyamazdı. 


Öyle ki onun tanrısal olması, işleri daha da zorlaştırıyordu, insanlar gibi arzuları ve karşılaması gereken ihtiyaçları yoktu. Bedeni acıyı hissetmez ve ölemezdi üstelik. Sahip olduğu tek şey, bilinci ve yüce olanlara özgü aklıydı. Fakat bunu diğerleriyle paylaşamaz oluşu ve kimseyle iletişim kuramayacağı gerçeği de hesaba katıldığında belki de şimdiye kadar verilmiş en ağır ceza çıkmıştı ortaya. 


Ölümlüler dünyasındaki ilk yıllarını insanlardan uzak yerlerde tek başına geçirdi Lurkios. İnsanlar gibi avlanmıyor, ateş yakmıyor ve yemek pişirmiyordu. Su içmesine gerek yoktu ve uyuyamıyordu. Tanrılar, ona tüm bu gereksinimleri engelleyecek bir beden verdiğinden, yaptığı tek şey sonsuz çayırlarda gezinmek ve doğayı izlemekti. Uzun, kapkara saçları ve sakallarıyla adeta insanlar arasında inzivaya çekilmiş olanları andırıyordu. Sıkıntıya düştüğü anlarda gökyüzünü izleyip eski zamanlarını hatırlıyordu fakat oraya geri dönmek istediğinden de emin değildi. 


Bu, dünyanın çok uzağındaki yerleri görebilen gözleri, ona keşfetmesi gereken sonsuz güzelliği gösteriyor ve her zaman bunun hayaliyle heyecanlanıyordu Lurkios. Fakat tanrıların bu düşünceye kızacağını ve bir şekilde yasağı deleceğini bildiğinden o yerlere gitmekten çekiniyordu. Cezası elbet bitecekti ve sabırsız olup da yasağı çiğnerse, tanrılar arasındaki yerini tamamen kaybedebilirdi. Böylelerinin cezasının ne olduğunu iyi bildiğinden, şimdilik tek başına olmaya devam etmeliydi.


Lurkios uzun yıllar aynı yerin çevresinde gezinip durdu. Kendine insanlar gibi bir ev inşa etmiş ve bir insan gibi yaşamaya alışmıştı. Sonsuz denizleri inceliyor, göllerde yüzüyor, dağ bayır yorulmadan yürüyor ve yaşlı ağaçların gölgesinde oturuyordu. Bunları kendinden oldukça uzakta bulunan insanları izleyerek öğrenmişti. Evlerine gizlice yaklaşıp çıkardıkları sesleri dinlemiş ve dillerini kavramıştı. Hatta ailenin yaşlı üyelerinin ölümüne bile şahit olmuştu. Böyle anlarda yaptıkları şeyleri ilkin anlamamış fakat sonrasında onların garip hisleri ve davranışları olduğuna karar vererek kendince taklit etmeyi de öğrenmişti bunları. 


Yaklaşık yetmiş yıllık bir zaman geçtikten sonra artık tam anlamıyla bir insan gibiydi. Fakat asıl ve en büyük eksiğini unutmuştu Lurkios. Şimdiye kadar hiçbir insanla konuşmamıştı. Binlerce hayvanla karşılaşmış ve bazılarının meraklı bakışlarını da oldukça sevmişti. Yine de hiçbiriyle anlaşamadığından, bu, açıkça bir iletişim sayılmazdı. İnsanlar ise daha farklıydı. Birbirlerine gülüyorlar ve acı çektikleri zaman ağlıyorlardı. Birbirleriyle sürekli konuşuyorlar ve tanrılar ile ilgili hikayeler anlatıyorlardı. Lurkios, tüm bunları merak ediyor ve başka bir varlıkla iletişim kurmanın ne olduğunu öğrenmek istiyordu içten içe.  


Yine insanları izlediği bir gecede, evdeki çocuklardan birinin koşarak dışarı çıktığını gördü. Ağlamaklı sesler çıkararak hayvanların olduğu yere yönelen çocuğu takip etmeye karar veren Lurkios, belki de ilk kez yasağı çiğnemeyi geçirmişti aklından. Biraz daha ilerleyip ahıra doğru pozisyon aldıktan sonra çocuğu dinledi bir süre. Sesi kesilmiyordu bir türlü. 


Çocuğa yaklaştıkça heyecanlanıyor ve kapının ardında bekleyen kendinden farklı bir varlığın üzüntüsü karşısında gitgide ilginçleşiyordu Lurkios. Düşünceleri bir an olsun durmuyor ve aklı karışık hâlde kapıya doğru yürüyordu. Kapıyı yavaşça açtıktan sonra artık karşısında küçük elleriyle gözyaşından ıslanmış yüzünü kurulamaya çalışan mükemmel bir varlık duruyordu. Gökyüzünü andıran gözlerine bakmaya çalıştı çocuğun. Hiç ses çıkarmadan onu izledi bir süre. Artık cezasını tamamıyla unutmuş ve ilk temasının heyecanıyla farklı bir varlığa dönüştüğünün farkına varmıştı Lurkios. Ancak dönüşümünün tamamlanması için çocuğun da kendisini fark etmesini bekliyordu şimdi. 


Çocuk, elleriyle kapattığı yüzünü yaşlardan arındırdığında, yavaşça kafasını kaldırdı. Az önceki hâline göre epey sakinleşmiş ve üzüntüsü de bitmişti. Bir anda çevresine bakınarak kendine geldi ve karşısında duran karaltıyı fark etti. Şimdi hissettiği şey, ilk defa göz göze geldiği bu yaşlı adama karşı duyduğu şaşkınlık hâliydi. Doğrudan kendisini izleyen adamın kim olduğunu bilmiyordu fakat oldukça merak ediyordu. 


"Siz, kimsiniz dede?" diyerek ilk adımı attı çocuk. İşte Lurkios o anda varlığının yegâne ağırlığını yaşadı. Neden var olduğunu, kim olduğunu ve burada ne yaptığını düşündü saniyeler içerisinde. Bu ilk temas anı, sanki hayatının en temel gizini açığa çıkaracakmış da eğer bunu hatırlarsa her şey düzelecekmiş gibi hissediyordu. "Ben..." dedi, afallamış hâlde "ben, kim olduğumu bilmiyorum."


O sırada cezasını çekmek üzere gönderildiği dünyada olduğunu hatırladı ve yasağı deldiğinin farkına vardı Lurkios. Fakat bunu önemsemiyordu artık. Tanrılığını bırakıp insan olmuştu o. Çocuğun merakla ışıldayan gözlerine baktı. Onunla konuşmak ve anne babasının yaptığı gibi ona sarılmak istiyordu. Bu insanlara özgü sevginin, ne demek olduğunu ilk kez şimdi anlıyordu Lurkios. Karşılaşma ve iletişim kurmanın gizemlerini şimdi açıkça görebiliyordu. Kendi varlığını kanıtlayan bir başkası vardı karşısında ve bu tamamen gerçek görünüyordu Lurkios'a. 


"Ben seni tanımayı kabul eden ve benim için yasak olmasına rağmen seninle iletişime geçmeyi deneyen bir varlığım." dedi, çocuğun cevap bekleyen bakışlarına karşılık. Çocuk, bu kelimeleri anlamadı fakat şefkati ve sevgisi bu garipliği çabucak örttü. "Peki dede, ben de seni kabul ediyorum." diyerek gülümsedi ve Lurkios'un varlığını işte böylece onurlandırdı çocuk. 


Tanrılar arasından kovulan ve uzun zamandır sanki uyku hâlindeymiş gibi hisseden Lurkios, artık gerçek anlamda ne olduğunu anlamıştı. Yıllardır böyle bir histen mahrum kaldığını ve belki de bu karşılaşma sayesinde yaşamaya ilk kez şimdi başladığını anladı. Çünkü artık böylesi bir temas ve onun getirdiği güzellikleri görünce, eski hayatının acı dolu olduğunu fark etti. Varlığının en temelinde bulunan hakikatin, diğerleriyle olan karşılaşmaları sayesinde ortaya çıktığını düşündü. Bunca zaman izlediği insanların yaptığı da tam olarak buydu. Eğer ötekiyle hiçbir temas kuramazsa ne önemi kalırdı ki diğer her şeyin?


İşte bunu hisseden, bu anına değin bilinçli kalan fakat bilincini diğerlerine aktaramamanın verdiği bu büyük çaresizliği tanıyan biri olarak Lurkios, belki de varlığının ne demek olduğunu gerçek hâliyle anlayabilen ilk tanrı-insandı.