Temmuz otele geldiğinde iyiden iyiye hava kararmıştı, lobiden içeri girdi ve 3116 numaralı odanın anahtarını aldı. Bütün gün tek başına şehri gezmişti. Duş alıp kafasına yastığa koymak istiyordu ama bir yanda da kafasının içindeki o ses susmuyordu. “Temmuz, gene bana döndün.” diye pis pis gülüyordu.
Temmuz yorulmak istiyordu, öyle bir yorulması lazımdı ki bu ses bile yorgunluktan nasibini alsın. Yolda gelirken bir iki iri kıyım adama laf atıp dayaktan bayılmak istedi veya koşmak, hiç durmadan dalakları şişene kadar koşmak.
Düşünce insana ne kadar ağır geliyordu. Henüz İsa’dan da haber alamadığı için durup gitgide tuhaflaşıyordu. İsa’yı bulmak imkansızdı, henüz Morgue Sokağı’na denk gelmemişti, gelse bile Dupin’i tanımıyordu. Temmuz bunları düşünürken 3116 numaralı kapının önüne geldi, kartı taktı.
Cehennem tekrardan başlıyordu. Bilge’yi düşündü, hiç durmadan bin kilometre Bilge’yi düşündü ve Bilge’yle birlikte ölümü. İnsan ölümden korkmuyordu, kaybetmekten korkuyordu.