Güneşli bir haziran günüydü. Aslında yağmur bekleniyordu ama hesapsız açan güneş, yağmur için şemsiye hazırlayan kasvetli kalplere kocaman bir ışık hediye etmişti. Güneş bu, "neden açtın" denir mi?

Sıcağıyla kalpleri ısıtan güneş tepeden bakıyor ve olan biteni büyük bir içtenlikle izliyordu...

Yol kenarına oturtulmuş bir otobüs durağı gözüne çarpmış "kucağını açmış neyi bekliyor" diye düşünürken yorgun argın sokakta yürüyen birkaç kişinin o açılmış kucağa sığındığını görmüş...

Güneş, kendisinin sebep olduğu sıcaklıktan kaçıp o kucağa sığınmalarına biraz  bozulmuş. Saatler ilerledikçe güneşin durumunu fark eden bulutlar, güneşin sıcağını ve ışığını azaltacaklarını bile bile yamacına birikmişler. Kendini toparlasın diye türlü şaklabanlıklar yapmaya başlamışlar...


Güneş kendini toparlaya dursun kucağında serinlettiği insanların  bir anda yok oluşunu izleyen otobüs durağı kucağının boş kalmasıyla derin bir yalnızlığa kapılmış.

Tam yalnızlığa alışmaya çalışırken beklenen yağmur gelmiş. Otobüs durağının tepesine çarpan damlalar canını yakıyormuş. Can bu işte yanınca unutuvermiş gidenleri.

Canı yanmış ve ıslanmış olan canımız durağımız tepesine yağmur damlayan bir kaç kişiye yine kucak açmış. Ah otobüs durağı Ah! hiç akıllanmayacaksın..


Sonra yağmur durmuş ve herkes farklı yönlere ayrılmış oradan. Bizim otobüs durağı yine kalakalmış...

Kucak açmak iyidir hoştur ama sonunda yalnız kalmak diye bir şey vardır.

Herkes kendi başına düşen damlaları bilir. Herkes kendi canının yandığını bilir. Otobüs durağı yalnızlık çekerken kim bilir onun çatısı altında soluklanan kalpler hangi fırtınadan kaçıp geldi? Hangi kavurucu sıcaktan bunalıp  o'na sığındı?

Ne kucak açan çok vefakâr  ne de soluklanıp gidenler çok vefasız...