Rutinlerin örgüsünde yaşıyoruz aslında. Biraz olsun out of the box düşünmeye fırsat bulamıyoruz. Birçok insan kendi realitesini kabullenmiş halde. Ölümler ölümlere ulanmakta ustadır, demişti şair. Öyle mi gerçekten?


Burada ruhunu sessizliğe mahkum eden mi yoksa ruhunun vaveylasına rağmen giderek mekanikleşen insan mı mevzubahis? Önce bunu netleştirmeliyim. Sanki her ikisi de. İnsanlar ruhuna kulak veremiyor. İş hayatı, kısa zamana sıkışmışlık ve ertelenen hazlar. Ayrıca estetik zevklerden ya da kendine dair olanı keşfetmekten de vazgeçmişlik hali var.


Ruhunun vaveylası demiştim. Hani o içten içe başını yastığa koyduğunda batan dikenler ya içini kemiren kelimeler. Bir ucundan tutsan seni o kuyuya çekecek. Ertelenmiş dram. Haftaya vizyonda ama nedense her hafta tehir edile gelen. 


Seyretmenin lezzetine doyamayanlardanım. Otobüsleri, köprüden gelip geçenleri, uçakları. Özetle cama yaslanmış hayalleri ve kırk kilitle kilitleyip sakladığımız düşünceleri. Özellikle Boğaz'da köprüyü gören bir banka oturup gelip geçenlerin ruhuna sızar ve onların hayatlarını yaşamaya, düşüncelerini okumaya çalışırım. Sanki o beden ve o dimağ artık benimmiş gibi. 


Bunu neden anlatıyorsun dedi mesela bu satırları okuyan biri. Açayım...


Gerçeği görünce frene basamıyoruz. Nihayetinde o çarpışma ve yaşadığımız kopuş sonrası adına travma, geçmişe takılmak, umutsuzluk dediğimiz birçok patikadan yolu yeniden bulmayı gerekiyor. 


Biz hep kazaya odaklanıyoruz ama öncesi de var. Neden frene basamadık? Aşk mı, yoksunluk mu yoksa ihtiyaç? Zor sorular. Söz gelimi aşk kaza gibi değildir aslında. Tutuldum, vuruldum. Bu satırları yazan da ilk görüşte aşık oldu ama tam da buna geleceğim. 


İrademiz sanki teslim edilmeye hazır. Silahı alnımıza ilk dayayana teslim oluyoruz. İlk bakışta aşk biraz böyle değil mi? Ya da tercihler meslek tercihi. Post-modern hayatın en büyük yanılgılarından biri. Peki iyi irdeledik mi, iyicene sorduk mu emin olmak için ne yaptık? Kaçıyoruz çoğu zaman sorumluluklarımızdan. 


Ve nihayet eş. Toplumda yaygın kanı nasip kelimesine hapsedilmiş. Sanki irade ipotek altındaymış gibi. Zorlamayı ki toplumumuzda hala örnekleri var tabi ki irade kavramı içinde tartışmıyorum. 


Bir diğer konu kim olmaklığımız. Kendimizi bulsak parola nedir diye soracak haldeyiz. Ortada bir kim, kimlik de yok artık. Çevre ve sosyal edinimler, internet gibi birçok etken kim olmaklığımıza dair evet kalıplar, fikirler dayatıyor sosyal medya profillerinin gerçek sonuçları altında. Erken yaşta erişilen hayatlara erken yaşta erişilebilen imkanlar olarak bakıyoruz. Oysa izlediğin, tanık olduğun erişime açık bir profil. Bir imkan değil. Onu elde etmenin ruhsal yükü bugün birçok bünyede bariz bir şekilde görünüyor.


Uzattım. Acının üzerine yürü sevincin olacak yazmıştım bugün. Acı verse de kendimizle kendi olmaklığımıza dair yüzleşebilmeliyiz. Bu bize hala kendimizi inşa edebilme zamanı tanıyabilir çünkü. Kendini gerçekleştirme gibi soyut ve doldurulması zor boşluklarla beraber.