Cenaze törenine dönüşen bir yaşamakta, tüm bu olanlara anlam veremeyen bir çocuk gibi dolanıyorum etrafta. Bir çocuk arıyorum kendim gibi: uyum sağlayamayan bu kurallara. Duruyorum, ona rastlıyorum sonra. Bir çuval duruyor önümde. Kafamı çevirdiğimde yarım kalan bir inşaatın önündeki çimentonun üzerinde kuleler yapan bir çift çocuk gözüyle karşı karşıya kalıyorum. Yürümeye devam ediyorum bir süre. Sonra geri dönüyorum. Onu ürkütmeden konuşmanın yollarını arıyorum. Ben, kelimelerle oyunlar oynayan ben, tüm arabaların üzerime geldiği sokağın ortasında kalakalıyorum. Tanışmak için önce isim sorulmalı yahu diyorum kendime. “Adın ne senin yakışıklı?” diyorum en sonunda. Duruyor ve yüzüme bakıyor. İsmini söylüyor ve o an sanki yeryüzündeki tüm erkek çocuklarının ismi o oluyor. “Kaç yaşındasın?” diyorum. "On" diyor. “Sen çak kaşındasın” diyor bana. “Kaç gösteriyorum” diyorum ardından. “Beş” diyor. Gülümsüyorum. Benim şu zamana kadar öğrendiğim hiçbir matematik işlemi onun yaşadıklarından daha çok değil, anlıyorum. Ayaklarımdan kayıp giderken yol “Benden bir isteğin var mı” diye soruyorum. Su istiyor. İlerideki markete kadar yürüyoruz beraber. Ona durakta beklemesini söyleyip markete giriyorum. Çıktığımda göremiyorum onu. Öyle bir hüzün çöküyor ki üzerime, oturup ağlayacak gibi oluyorum neredeyse. Ardından gülüşme sesleri duyuyorum ve yere çeviriyorum bakışlarımı. Orada yerde duran bir kasanın içine saklanmış bana gülümsüyor. “Gittin sandım, çok korktum” diyorum, kahkahalar atıyor ve o an fark ediyorum; yeryüzünde atılan hiçbir kahkaha onun ki kadar içten atılmıyor. Elimdeki muzu gördüğünde yüzündeki yaz sıcaklığı sarıyor Akdeniz’i. O an istiyorum ki her şey muz olsa, her yer muz açsa... Oturuyor kasanın üzerine ve muzunu yemeye başlıyor. Benimse içim oradan ayrılırken muz gibi soyuluyor. Karton toplaması gerekirken inşaat kumlarında oynayan bir çocuğa dönüşüyorum. Dik durmam gerekirken oturup çocuklar gibi ağlıyorum. Bari diyorum, bari yalnızca çocukluk eşit olsaydı şu dünyada. Razı olurdum, dallanan bir ağaç gibi sonrasında herkesin ayrı yönlere dağılmasına...


Yürürken daha çok etrafa bakmaya başlıyorum. Hiçbir şeyi kaçırmak istemiyorum. Bir kedi buluyorum sonra; terk edilmiş bir kedi. Biliyorum sokakta uyuyan on üç yaşındaki bir köpek kadar acı oluyor terk edilmiş ve yeni doğan bir kedi de. Büyük adam olsam diyorum, tek mutluluğu evlatlarını devlete memur görmek olan anne, babaların rençperlik yapmaktan yarılan ellerine çiçekler diksem ve o çocuklara geri versem gençliklerini.

Baloncu geçiyor önümden. Mezara koyulan çiçekler kadar saçma kalıyor cenaze töreninde gezen baloncular da. Ancak biri üflemeli yetişkinlerin içinde duran sönük balonlara. Üflenmeyen her balon çocuk olmamış bir yetişkin bırakıyor yeryüzüne. Çünkü balonları sönük ebeveynler, iyi çocuk büyütemiyorlar. Kendi elleriyle patlatıyorlar balonlarını. Kimi ders diyor yalnızca kimiyse para. Haykırmak istiyorum; onlar çocuk her şeyin yanında. Patlamış lastik gibi zorunluluklar, önüne itiliyor çocukluğun. O yüzden yaklaşılmıyor yanına. Saçı okşanmadan merhamet, gözlerinden öpmeden sevgi öğretilmiyor bir çocuğa. İki artı ikinin dört ettiği de bunlar hissettirildikten sonra öğretiliyor anca.

Sonra milyon tane sayı kadar gözyaşı düşüyor gözlerimden. Sonsuz kere ağlıyorum. Çocukları çok üzüyor bu dünya, hayvanları da. Sıfırdan zırh yapsam diyorum ve bir çevrelerinde korkuluk olsa da içinde balon olmayan hiçbir yetişkinin eli uzanmasa onlara. "Üç tane çocuğum var" lafı bir marifet sayılmasa. Hayvanlar da doğuruyor onlarca. Sayılar değil, mutluluklar başarı olsa. Cezaya dönüşüyor yeryüzü merhametten ve sevgiden uzak her çocuğa. Çiçekçilerle doğru orantılı doğsa mesela çocuklar... Aşk çoğaldıkça çoğalsa...

Ben o çocuklar için, yetişkinlerin içine üflemek istiyorum baloncu amca ama çok kuvvetli değil nefesim. Bir çocuğa on muz alındığı bir yaşamak değil, on çocuğa on muz alındığı bir yaşamak diliyorum ve onun için büyüyorum. Belki çok zor ama bir yerden tutmalı kaçan ipi. Yürürken insanlar etrafına baksa mesela. Belki onunla göz göze gelmeyi bekleyen bir manzara, bir göz vardır orada. Biraz yavaşlasa. Kaçıracak trenler de kalmadı zaten artık vapurlar da... Kaçıracak bir gelecek kaldı, bir de yaşamak baloncu amca. O da kaçarsa anlamını yitirir her şey, yalnızca patlak balonlar kalır ortada.


Affet beni M... Bir muz olmak isterdim sevincinde. Bir şeker, dudaklarında. Bir oyuncak, ellerinde. Bir çocuk şarkısı dilinde... Ama o an minik bedenine sarılmayı bile akıl edemeyen ve sonra o pişmanlıkla kelimelere sarılan bir insandan öteye geçemedim ben. Umarım karşılaşırız bir gün yine ve baloncu amca da denk gelirse beraber üfleriz bu adaletsizliğe...


Hoşça kal güzel çocuk M.