“Yazsam kitap olur, bu aşk.”

Yaz kardeşim. Yalvarıyorum yaz. Yaz ki ben de okuyayım. Sevmesem de sürekli her mağazada çalan yaz şarkısı gibi ezberime takılmasın benim de. Yaz ki kitabın olsun da senden imzalı kitap isteyeyim. Hatta filmini, dizisini çekerler de gişe rekoru kırar. Beni de oynatırsın filminde böylece ben de artist olurum. Sonra ne de olsa benim de kitabım çıkar. Instagram'da takipçi sayımın artması, kitap çıkarmam için yetiyor. Hatta en ince ayrıntısına kadar yaz ki aşk yaşıyorum zannedenler, senden görsünler aşkın en güzel yanlarını. Kim sevdiğine uzun mesaj yazar ki bu devirde? Sen, bu aşkın yaşaması için çok emek çektin. Her gün akşama kadar keyfini sürdüğün hayatının tüm acısını gece yatağa girince çektin. Tekrar olsun dediğinde gurur yaptın ve olmasına izin vermedin. Bu gururunu anlat. Kitabın adı da “Gurur” olsun. Bu gurur denilen şey ne kadar önemli değil mi? Sevgi, aşk ne ki gururun yanında değil mi? Okuyanlarına bu gururu anlat ki aşkı, sevgiyi unutsunlar diye böylece içimden saydırırken sesli bir şekilde “Haklısın, kardeşim. Çok acı çektin.” diyebildim.

Derin derin nefes aldıktan sonra durdu ve o can alıcı cümleyi söyledi. Suratımda cümleyi hissettim. İğrenç bir şekilde tütün kokuyordu. Sigara içseydim en azından bıyıklarımda çakma bir marka olarak iki sarı çizgi olurdu. O cümleden sonra sanki sakallarımın tamamı sararmıştı. Oysa ben bunları hak etmemiştim, demişti. Daha fazla sakallarım sararmasın diye lafını keserek devamını söyledim. Dedim ya o bela gibi ağza yapışan yaz şarkıları gibi ezberlemiştim. Onun için yaptıklarını başkasına yapsan bırak gitmeyi kapında yatar kalkardı, dedim. Bunları söylerken de tütünden kaçmak için adımlamaya başlamıştım. Tütününü havaya savururken ciğerlerinden gelen sesleri duyuyordum. Bir adım gerimdeydi ve hızlı bir adımla tekrar yanıma ilişti. On saniye kadar konuşmadan adımlamaya devam ettik.

Suskunluğu fırsat bilerek konuya gireyim diye düşündüm. Benim de içimi yakan bir şeyler var, dedim. “Olur oğlum. Olmalı da. İnsan adana dürüm gibidir, acısız olmaz. Domatesleri düşün kıpkırmızı olur, kan gibi ama tatlıdır. Trafik lambalarında yeşil yandığında huzur buluruz. Yeşilbiber, acıdır. Yeşilbiberi yediğin zaman ince ince bir acı başlar dilinde. Ne diye inlersin, o zaman? Yandım, dersin. Acıdım der misin? Sen de yemişsin bir yeşilbiber yanman o yüzdendir. Ben de yedim, onu anlatıyordum. Bu kızı ilk gördüğüm gün, aklımı yitirdim. Dünyada ondan başka hiçbir kız yokmuş gibi hissettim. Bu kız benim sevgilim olmalı…” diyordu. Adanalılar bu benzetmeyi duysa ikimizden acıklı bir dürüm yaparlardı. Domatesin rengi ve tadı, benim derdime hitap etmiyor. Dünyanın tek derdi, aşk değil. Trafik lambalarına gelince yeşil her zaman bana yanmaz. Yaya geçidine geldiğinde tam karşıya geçecekken araçlar için yeşil yanması ve senin bir dakika boyunca hareketlenip geri çekildiğin oldu mu? Bu senin o aşk acından beterdir. O anki heyecanı hiçbir kızın elini tutarken yaşamadım. Kırmızıbiberleri yok saydığın için ve yeşilbiberlerin de tatlı olanlarını yok saydığın için bütün biberlerden özür dilemeni de bekliyorum. Seni dinlerken sadece kulaklarım değil ağzım da acıdı. Konuşmak istemiyorum, bundan sonra demeyi çok isterdim ama yine diyemedim. Defalarca dinlediğim aşk hikâyesine tekrar en başa alarak başladığı için sesini kestim orada. Tamamen sizi düşündüğüm için bunu yaptım. O, konuşmaya devam etti. Ben ise rap sanatçısının canlı performansındaki arka vokalleri gibi o konuşurken nefesinin kesildiği yerlerde ezberimle yardımcı oldum. Yürüdüğümüz yoldan döndük ve hatta evimin karşısındaki kaldırıma kadar geldik. İşim yoktu ama gitmek istediğim için gitmem gerekiyor, dedim. Boğazınızı işaret ederek burama kadar geldi dersiniz ya benim vücudumun her zerresinde gına dolaşıyordu. Ayak parmaklarımdan saçımın köküne kadar hissediyordum. Vedalaştıktan sonra ben henüz ilk adımımı atmıştım. Arkamdan sesi geliyordu. Yazsam kitap olur, bu aşk diyordu. Ben de bunu yazsam öykü olur mu, dedim. Duymadı.