1992 yazı... İlk defa faytona binilmiş. Gezdiğini sanıyorlar ama cezanı çekmeye gidiyorsun. Yanında iki kişi daha var. Kahraman sensin. Celladın baltasını seçiyor olacaklardan habersiz. Köylülerin septik bakışları arasında meydana ulaşıyor nefes nefese atlar. Neler olacağını düşünmeye bile başlamadan, kurbanın birinin kafası toprağı öpüyor. Meşe kütüğünün üzerine dayanmış yanağın. Gözlerin göğe dikkat kesilmiş. Hala salınan bir hormon olumsuz. Hayır hiçlik değil bu. Emin olmak. Derken celladın sol omuzlarının üzerinden görüyorsun... Henüz iki yaşında bebek ejderha, katedralin sütunlarında. Kanatlarını çarpmasıyla yerlere seriliyor herkes. İlk defa tutmuyormuş gibi kaptığın kılıcı; imparatorun askerine saplıyorsun. Bebiş senden başka herkesi kavurma yapıyor. Bittiğini sanmıyorsun tabi ki. Uzun yol seni bekliyor. Topladığın altınlar, erzaklar, hayvanlar atına yük olmuş. E tabi sırt çantası mı var o zaman? 2018'e kadar yürümüşsün. Evin hala yok. Biriktirdiğin sevgiler yok. Ama hiçbirini değil; dışlanmışların kasabasında yıkandığın şelaleyi özlemişsin. Islak ayaklarını toprağa bastığını... Mor renkli elma ağacını ve kurtçukları...