Eskinin süsleri kentten denize doğru sürükleniyor; levhalara, bodur ağaçlara, apartmanlara, cesetlere çarpmadan. Tortulanmış gün ışığı unutuyor son nefesini almayı. İzler birbirine düşman topraklara bakıyor. Tozlanmış ağız, kaybolmuş gözlerim neden uzaklaşıyor benden? Evrenle durmadan dans eden gözlerim, sahipsiz izlerde ilerliyor korkusuzca.


Balıkçı İsmail sol eliyle dinamit atıyor denize ama balıklar dinamitin onun olduğunu anlayınca ölüme sarılıyor. Çünkü soru kere soru, yaşam kare yaşam kaç eder? Balıkçı İsmail yedi dil bilmesine rağmen aynada konuşmuyor, sol elinden başka ülkesi yok. Sırrına vakıf olan da çok yaşamadığından kimse samimi olmuyor. Evimi cinlere sattığımdan beri teknesinde yaşıyorum. Evim reklam panolarının artık.


Eskiden gözlerim denizin derinliklerini rahatlıkla aydınlatırken şimdi kibrit ateşi misali önünü aydınlatmayı maharet sanıyor; kör olmak bundan iyi. Belki de gözlerim artık görmek istemiyor toprağın, denizin, aşkın, güneşin ölümünü. Bu da afili bahanem.


Bana uzak olan şeyleri yaftalamak ne kadar da basit ama günümüzde basit istekleri gerçekleştirmek için de kredi kartı gerekiyor; Gofret Ali geçen gece artistlik yaparken ne güzel övüyor taksitle sevişmeyi. Aman uğraşamam! İfritler yine başıma üşüşmesin. Zaten o dudak ya benimdir ya da kredi kartı denilen zamazingonun. Gerçi bir dudağın ıslak, kuru, nemli haritalarını gezmeyeli çok oluyor.


Balıkçı İsmail yedi şeritte evren hakkında fikirlerini söylüyor: "Afrika ölüme açılan kapıdır, gidilmez. Orta Doğu kan banyosudur, abdest alınmaz. Asya'yı boş ver. Gideni de yer açlar. Avrupa bizi bozar, amma kadınları medeniyet görmüştür. Amariga kainatın namus bekçisidir, ona karışmayalım. En iyi kıta denizdir. İçinde her şey var namussuzun, ama sana zararı dokunmaz."


Seferinden dönen yorgun gözlerim denize uzanıyor, yıldızlar insanimus et gaudium. Uçsuz bucaksız yeni evimin sınırları ufukta bitiyor, göğsüm açılıyor, dudağım canlanıyor, ellerim uçuyor ellere. Zar atan fincan konyağı misafir ediyor. Dökülüyor, kabarıyor, azalıyor ama nedense çoğalmıyor. Gözlerim terli, yorgun. Neden bu fincan, fincan olmayı reddedip kadeh olmak istiyor? Eşek insan olmak istiyor mu hiç?


Balıkçı İsmail balıklara ıslık çalıyor: "Ölüme hazır olun." Misafir kapıda bekliyor heyecanla. Misafir, yiyeceği yemeyi hayal ediyor balıklar gibi. Balıkçı İsmail, on kola bedel sol koluyla sonsuzluğa dinamiti fırlatıyor ama denize düşmeden patlıyor. Tepişiyor kulağımda filler. Küfür ediyor, denize uçkurunu gönderiyor Balıkçı İsmail. Sonra kalbinin dehlizlerine yöneliyor.


Denizde masa dönüyor şansa. Balıkçı İsmail, İsmail olmadan önce yakasına takılan rozeti düşünüyor. "Boş ver, bilsek ne değişecek sanki? Omuzuna kadar denizi ört." diyorum. Masada yuvarlanıyor kentin gizli tanıkları. Bir martı, gölgelerden köşe bucak kaçan kadın, yaralı kedi bizdendir artık.


Ama gözlerim hayatın patika yoluna dönmek istiyor. Konyak "Dur." diyor. Gözlerim evreni ezberlemek istiyor. Cansız bir noktaya kilitlenmeden renklerin sorumluluğunu istiyor. Saydamlığı un ufak olmadan, öyle şeyler denizini unutmamak istiyor. 


Ama kredi kartı yok.