Biz seninle bir hikayeye sığınmışız. Çiçekli bahçelerin, güzel şarkıların, gülen çocukların, güzel kadınların ve eli ekmek tutan adamların uzaklara saklandığı; yağmurun, isli caddelerin, hıncahınç dolu otobüslerin, son dakika kaçan vapurların ve beklettiğim için özür dilerimlerin en yakında durduğu bir hikayeye.
Kaçmak için çıktığımız her kapıdan bavulu evde unutma telaşıyla geriye dönüyorduk. Geriye döndüğümüzde ya kapıyı başkası açıyordu ya anahtar cebimizde yoktu. Hep ‘’öylece’’ diyorduk birbirimize, öylece gitmek, öylece uzanmak, öylece susmak, öylece dinlemek, öylece sevmek sanki her şey öyleymişçesine, hiç ölmeyecekmişçesine yaşamak diyorduk, boncuk boncuk terlediğimiz her gecede. Kulaklarıma fısıldadığın her şey mühürleniyordu gözlerimde bir kanun gibi, gökten iner gibi… Ben sana bir kaldırım taşı üzerinde biraz daha inanıyordum. Sen bana inanmak için ağaca çıkmamı kolluyordun. Varlığımızı sözcüklere dökmem yetmiyordu sana, sen aynalara inanıyordun. Aynalar diyordum, beni sensiz göstermiyorlar, seni de olduğun kadar güzel, sen kalkıp tek başına aynalara koşuyordun, benim avuçlarımda aynalar kırılıyordu. Ben küçülebildiğim kadar küçülmek istiyordum seninle, boyumuz hiçbir şeye yetmesin… Yetmesin de, çamaşır telinde sallanan iki çarşaf gökyüzümüz olsun, bizi uzaklara uçursun, küçülebildiğimiz kadar küçülebilsek seninle keşke. Sana avucumda -ki ellerim senden başka dert görmemiştir- rüzgarlar getiriyordum, saçlarına değdiğinde kederini savursun diye. Sen dünya telaşına ve yan masadaki kahkahalara değişiyordun bir avuç rüzgarı. Oysa bir avuç rüzgar yakar yanmaya hazır olanı. Bizim köyün çocukları hep o yangınlara su taşırdı. Ben de bu sefer yamaçlardan aşağı koştum, bizim köyün çocuklarıyla indiğim yerde ateşimi bulurum diye. Bulamadım, hiçbir şey bulamadım. Şaşırmadın değil mi? Hatta ince bir tebessüm bile belirdi yüzünde. Her neyse işte. Biz güzel hikayeleri uzağa koymuşuz seninle. Eli ekmek tutan adamlar bizim değil, o güzel kadınlar bizim evimizin önünden geçmiyor, o güzel şarkılar hep komşunun evinde çalıyor.
Ben o bizim köyün çocuklarına üzülüyorum, durmadan yamaçlardan aşağı koşan çocuklara. Onlar aynaları ve avuçta esen rüzgarları bilmezler. Hatta onlar neye koştuklarını bile bilmezler. Bizim köyün çocukları bir tutam ‘’heyecandır,’’ rasyonel olana inanmazlar, öylece koşarlar.