Canım yanıyor diye feryat eden gönle geçecek diye ilaç olan kelime miydi umut, yoksa sevgilinin hayaliyle kendini dağlara vuran, en son da amansız bir aşkın pençesinde yanıp tutuşan Ferhat mıydı? Belki de en karanlık gecede dilden düşmeyen zikirdi. Çiftçinin yağmuru, mültecinin feribotu, mazlumun içi dolmamış sözcüklerinin adıydı umut. 


Şu umut ne acayip kelime. Kendinden önce hep bir kırgınlık, acı, çaresizlik barındırıyor ama bir parçası bile nasıl yaşanır kılıyor hayatı. Bilinmeyene doğru yürürken hem güçlendiren hem zayıf düşüren, hem dolu tarafından bakmamızı sağlayan hem de en bedbaht sona hazırlayan bir yerde tutuyor insanı... Ve sınırlarını öğretiyor. Gücün kontrolün elimizde olmadığını iliklerimize kadar hissediyoruz. Umut biraz da geçmişin karanlığından kaçıp geleceğin bilinmezliğine sığınmaktır. Çünkü bugün yaşadığımız hiçbir şey sadece bugünle ilgili değil. Aldığımız her kararda, attığımız her adımda, ağzımızdan çıkan her sözde geçmişin izi var. Ve hayat hep zıddıyla tekâmül etmekte. Evren ise bu zıtlıkların bir arada bulunduğu yaşam kompleksidir. Bu tezatlıklar dengeyi oluşturmaktadır. Tasavvufta ise insan havf ve reca arasında olmalı denilmektedir. İnsan ne tamamen korkuda ne de saf bir umutta durmalı. İtidal üzerinde olup hem acıda yanmalı hem de acının içinden geçip insan olabilmeli. Peki biz neresinde duruyoruz, korkuda mı umutta mı? Umut denilince aklıma Cahit Zarifoğlu'nun şu sözleri gelir:


“Ya bir de umut olmasa... 

Evet umut var. 

İçimde bunun hep aksini söyleyen  

Korkuya rağmen var.”


Korku ve umut sürekli çatışma halindedir ama içimizde güzel şeylerin olacağına dair bitmek tükenmez bir inanç vardır. Karanlıkta biraz ışık, soğuk dünyada biraz yakınlık, içimizdeki karmaşayı biraz olsun anlayacak biri, sıcacık yatağımızdan kalkıp hayata var gücümüzle asılabilmemiz için mihenk taşıdır belki de. Ancak bazı acılardan kurtulabilmenin tek çaresi umudu öldürmektir. Eğer hala içinizde bir yerlerde umut kırıntısı varsa bu acı asla dinmez ta ki susmaktan yorulana kadar. Aslında bizi yoran, hevesimizi kursağımızda bırakan, çaresiz hissetmemize neden olan şey umudun olup olmaması değil beklentiye girmemizdir. Çünkü insan kendi cehennemini nasıl yarattığını bilmeden karşıdakinde hep cenneti arar. Umutla kalmanız dileğiyle...