Kendine bu kadar yakınken, nasıl bu kadar uzak kalabiliyordu insan. En rahat ettiği yer kendi evi degil miydi oysaki. Gerçekliğinden kaçmak, kendini gördüğü yerde boşluğa bakıyor gibi hissetmek öğrendiği bir şey miydi yoksa alıştığı mı?

Daha önce defalarca yürüdüğü fakat ilk kez yürüyormuş gibi hissettiği o yolda yürürken; ellerinden tutan kahve kokusunun ardından girmişti, kapıda sorularıyla onu karşılayan o kafeye..

Etrafta ki pembe güller ona içinde ki kadını ve onu kapattığı sandığı hatırlattı.

Görünür olma hissi korkuttu, tanıdık değildi bu derinlerinden gelen his.. Kalp atışları ortamda ki müziği bastırıyordu. Ne yapacağını bilemez haldeydi, gördüğü sadece güldü oysaki, o an anladı; görünenin ardındaki görünmeyenlerin insanı kendine yaklaştırdığını.

Yaşadığı tedirginliğin kahve kokusuna teslim olmasına izin verdi. Ne de olsa içinde ki sandıkla karşılaşmak için haberi olmadan ikna edebilecek kadar güçlüydü o koku.

Etrafa bakındı, sanki bildiği tüm kavramlar şekil değiştirmişti, kendini bildi bileli içinde durduramadığı bir fırtına ile yaşıyordu, adına "yoğunluk" dediği, bedeniyle birlikte ruhunu ve zihnini de peşinde sürüklediği bir okyanustan evde yaşıyordu.

Hareketsiz kalan bedenine çevirdi farkındalığını, dizlerinde ki güçsüzlük ne zamandır dikkat çekmeye çalışıyordu anlamaya çalıştı.

Uzun yoldan gelen bir yolcu gibiydi, soluklanmak istedi ilk kez. Dizlerinin artık onu taşımadığı hissi ile tanışmıştı ne de olsa.

Kafenin dışarıyı gören kısmına doğru yürüdü, her adımda ona eşik eden bilinmezlik duygusu yerini, dünyayı yeni keşfetmeye başlayan heyecanlı bir çocuğa bırakıyordu.

Vücudunu taşımaktaki zorlanma hissi kendini tekrar hatırlattı. Önünde duran masanın tam arkasında pembe güllerin çevrelediği bir duvar vardı.

Bir sandalın kıyıya yanaşması gibi kendini bırakmıştı sandalyeye.

Yağmur damlalarının camda ki dansına odaklandı, zihninde ki karmaşa yerini, kahve kokusuna bırakmıştı. Sadece bir koku nasıl bu kadar güçlü olabilirdi, nasıl onu bu kadar kolay teslim alabilirdi? Anlamak güçtü.. ilk defa bir şeyleri çözmek istemediğini fark etti, içindeki garip huzur hissi ile sırtını yasladı sandalyeye, arkada duran güllerden güç aldığının farkındalığıyla çantasından laptopunu çıkardı. O güller ona; derinlerde ki sandığının üzerinde ki tozları süpürtüp mühürlediği kapağını aralatmıştı.

Sabah evden işe gitmek için sıradanlığa uyandığı gün, ona mucizeleri sunmuştu. İçinde ki şükür duygusuyla sandığından çıkardığı, neden yarım bıraktığını bile hatırlamadığı kitabını sevgiyle selamladı.

Hikayesini yeni başlıyordu, cevaplanmayı bekleyen soruları zihninin rafına kaldırıp, çocukluk hayaline izin verdi, kalemi sihirle akıttı ruhunun cümlelerini...

Kendine hoş geldin...


Yağmurlu bir ocak ayının sihirli gününde, öz'e yolculuğun adımları işte böyle atıldı..