Koridorlarında yürüdüğüm ve her döndüğüm köşede başka bir çıkmaz duvara tosladığım akıl almaz bir labirent tasviri var kafamda. 

Ve artık içimde büyüyen günah tohumu günbegün bedenimi yırtarcasına debelenerek dışarı çıkmak istiyor. Şeytanın çocuğu… Lanetlenmiş ve asla sevilmeyecek olan bir yaşam. Bay X, bana özel olduğumu, diğerlerine benzemediğimi söylemişti; her deneğe zarar verilebilir, işkence edilebilirdi fakat ben özgürlüğün elçisine sağladığım yaşam sayesinde bir konaktım.

Siyah parkelerle döşeli hastalıklı koridorlarda özel olduğumu hissederek yürürken Bay X elinde büyük siyah kaplamalı ajandalarla gerisinde sürüklediği prangalara vurulmuş bedenlerin çığlıklarıyla nizami bir şekilde yürüyordu. Bir zamanlar, belki de unutulmuş bir geçmişten bana tanıdık gelen çehreler, prangalarıyla yataklarında hareketsiz yatıyor ve yanımdan geçip deney odalarına götürülürken kalpleri ve inançları misali kurumuş hastalıklı yüzleriyle bana bakıp yardım dileniyorlardı. İşte onlardan biri, dün basınç odasının dar penceresinden içeriyi izlerken gördüğüm ve yemekhanede yanıma oturan çehrelerden biri daha yanımdan geçip gidiyor ve henüz bir gün önce onunla pek de sıcak servis edilmemiş bezelye püresi eşliğinde özgürlük, özgür irade, Schopenhauer ve Descartes hakkında konuşuyorduk. Bana özgürlüğün ve iradenin kavramdan ileri gidemediğini söylüyordu. Sezgilerimizin yanıltıcı doğasına kanarak gerçeklik kavramını çok abartıyorduk. Belki de diyordu, belki özgürce yediğimizi sandığımız o az pişmiş etler ve nihayetinde doğa anayla buluşma fırsatı bulduğumuz izin saatlerinde yaptığımız geziler, muazzam kokular yayan eflatunlar ve manolyalarla kaplı ormanda soluduğumuz hava bile aslında doğanın cömert ikramından bize kontrollü bir şekilde koklatılan bir ödüldür çünkü güdülerimiz baskılanmazsa her zaman daha fazlasını isteriz. Hiyerarşiyi bozar ve bencil doğamızı gün yüzüne çıkararak yavaş yavaş ve ihtirasla acıyla birbirimizi yok ederiz. İnsanlık iyi niyet adı altında kötülüğü bir hastalık gibi yayıyor, ihtiyacının fazlasını tüketerek sömürüyor ve yok ediyormuş. Doğanın cömert ikramının açgözlü memeliler tarafından suistimal edilen bir şey olduğunu, nihayetinde bizlerin bu dünyanın kanseri, temelde bu sanatoryumda uygulanan deneylerin de bizim devamız olduğundan bahsediyordu. Ve tüm deneylerin erdem yoksunu davranışlardan kurtularak daha ulvi bir amaca ulaşmamız için yapıldığını söylemişti. Fakat Bay X burada yapılan her fedakârlığın (yani deneyin) biyogenetik ve bunun gibi sahalarda insanlık için ciddi, yararlı veriler ortaya koyduğunu anlatırdı bana. Doğrusu bilim ve felsefe çatıştığında unutmamak gerekir ki aydınlanma yolunda ilerleyen her insan, bilginin kutsal ışığına saygı duymayabilir fakat su götürmez gerçek her zaman sorgulayan kafaların üzerine bir lanettir. 


Özgürlük Patikası 


Dünden sonra onu ne yemekhanede ne de ormanda gördüm, sırra kadem basmıştı adeta. İzin saatlerinde, sanatoryumu ormana bağlayan uzun patikanın bitimindeki dev ağacın yanına oturur ve insanlardan olabildiğince uzak dururdum çünkü her biri düzenli olarak psikolojik deneylere tâbi tutuluyor ve içlerinden bazılarına bu yetmezmiş gibi cerrahi müdahaleler uygulanıyordu. Genelde söyledikleri kelimelerin hiçbir anlamı olmuyordu. Deforme olmuş bedenlerin görünümleri ve acı feryatları artık dayanılmaz raddeye gelmişti. Neden onları hâlâ hayatta tutuyorlardı ve işkence çekmelerine göz yumuyorlardı? Bir tür fantezinin ürünü mü yoksa umursamaz bir tanrının göz yumması mıydı tüm olanlar?


Trajikomiktir ki geçen hafta izin saatinde hastalardan birine sorma ihtiyacı duydum. Vücuduna ne olduğunu, niçin bu derecede harap olduğunu sordum ona, kollarındaki deri tabakası plastik gibi erimiş; et ve liflerden oluştuğunu tahmin ettiğim kısımlar gün yüzüne çıkmıştı. Gözleri iltihaptan kapanmış, sadece ufak bir aralıktan dışarıyı gözlemleyen belli belirsiz koyu kahverengi iki noktadan ibaretti. Sefaletle acı ve ıstırapla yoğrulmuş kemikten ibaret bir surat ve duygusuz bir çift göz bana doğru döndüğünde cevap vermekten dahi aciz kalmış ve avurtları içine çökmüş hastalıklı suratında ufak bir tebessüm belirmişti sadece. Bu hafta artık onlara yaklaşmıyorum.

Vücudumun son derece dengesizleştiği ve bu esnada psikolojimin de darmadağın olduğu gerçeğiyle birlikte hayata daha sıkı tutunmam gerektiğine dair bir his var içimde. Karnımda günden güne gelişen günah tohumu artık son aylarında ve kapıya dayanmış durumda. Bugün Bay X sağlık kontrolünden geçeceğimi söyledi. Bu güzel bir haber keza beni sadece kontrol veya tedavi amaçlı olarak yerin altında bulunan laboratuvara indiriyor, diğer deneklerden farklı olarak sadece "konaklar" yerin altındaki bu sanatoryuma ek olarak yapılmış fakat imar planında gösterilmeyen gizli laboratuvara indiriliyor. Fakat benim asıl amacım ana laboratuvara giden uzun sanatoryum koridorunda yer alan ve her odası farklı deneylere ayrılmış bölümleri görmek. İşte tekrardan ve belki de son kez sanatoryumun, zeminin altında yer alan sessizliğin hakim olduğu koridorlarında Bay X'in arkasında özgürce yürüyorum. 


Bosch'un Yaratıkları 


Planladığım gibi deney odalarını gözlemleme imkanı bulamadım. Attığım her adımda kontrolün elimde olmadığı hissi yüzünden olmalı ve göze batacak tek bir hamlem yüzünden. Örneğin Bay X görmeden deney odalarına sızarak kayıplara karışma denemelerim benim de diğerleri gibi olmam için bir intihar girişiminden ibaretti. Laboratuvara giden yolda bilinmeyen bir gücün etkisi altına girdiğimi hissediyordum. Belki de beni kendine çağıran bu güç içimdeki özgür iradenin son çırpınışlarından ibaretti ve bilakis belki de içimdeki şeytanın olacakları öngörerek beni uyarmaya çalışmasıydı. Nedenini hâlâ anlamış değilim fakat ihtişamlı laboratuvarın giriş kapısına vardığımda vücudum titreyemeye başlamış ve giderek artan dayanılmaz bir acı bedenimi esir almıştı. Ağzımdan gelen acı safranın tadı ve genital bölgemdeki ıslaklığın giderek artışıyla birlikte iki koluma da sıkıca sarılan biçimsiz ve korkutucu ellerin varlığını hissetmiştim. Hâlsizleşen bacaklarım yüzünden yere çökerek çaresizce kafamı kaldırdığımda enfeksiyonlu gözler ve çökmüş avurtlar bana bakıyordu ardından her şey gözlerime inen karanlık bir perde ve kulaklarımdaki uğultulardan ibaretti. 


Zifiri karanlığın hakimiyetinde henüz varoluşun söz konusu olmadığı bir evrende korkunç ölçekte gerçekleşen nedensiz bir süpernovaya benzeyen ani ve giderek yoğunlaşan bir parıltı ile gerçekliğe dönmüştüm. Gözlerimi açtığımda yabancı simaların bulanık yüzlerindeki cerrahi maskeleri ayırt edebiliyordum. Gözlerime tutulan yoğun ışık nedeniyle ellerimle gözlerime siper yapmaya çalıştım fakat iki kolumun da hareketsiz kaldığı gerçeği ile yüzleştim. Kollarım ve sonra bedenimin halen birer uzvu olduğu bilincine vardığım bacaklarım sıkıca yattığım zemine kenetlenmişti. Giderek etraftan gelen uğultuların anlam kazanmasıyla başımda duran insanların konuşmalarını duymaya başlamıştım. Maskelerin ardından gelen korkutucu gerçekle kendime geldim: Konak başarısız olmuştu. İçimdeki günah tohumu istemim dışında benden çekilip alınacak ve yakıp yok edilecekti. Siyah parkelerin ve soğuk demir kapıların eşlik ettiği koridorlarda sürüklenen prangalı bedenler gelmişti aklıma. Gaz odaları ve ardından işkence edilen bedenlerin çaresiz bakışları... Benim çocuğum yok edilirken bedenim de deneylere tâbi tutulacaktı. İltihaplı gözlerin ve korkutucu tebessümlerin bende vücut bulacağı yeni bir güne merhaba diyecektim nihayetinde. Yarın yeniden güneşin doğacağını tahayyül ettim; artık her bir çırpınış boşunaydı, yeniden doğacak olan güneşle hiçbir şey değişmeyecekti.




İşte yeniden buradayız, güneş tepemize doğacak ve hiçbir şey değişmedi. 


Sanırım bu yaşlı ağaç en az yüz yıldır burada. Gövdesi epey sert ve sırtımı dayarken canım yanıyor. Sadece ağacın dokusu değil dağların eteklerinden gelen esinti de vücudumu fena hâlde rahatsız ediyor. Bir farklılık yaparak hastaların yanına gidiyorum. Sahi ya artık ne onları ne de kendimi ötekileştirmeme bir neden kalmadı. Hissizleşen kemikleşmiş parmaklarımı çöken avurtlarımda ve yarı açık hastalıklı bir köpeğinkine benzeyen gözlerimin üzerinde gezdiriyorum. Ben hâlen onlardan farklıyım, tek bir istisna var; aklım gayet yerinde veya ben mi öyle sanıyorum? Yakında kalpleri ve bedenleri hâlen saf olan yeni konaklar gelecek, içlerinde taşıdıkları hayatlar sayesinde dokunulmaz olduklarını sanan bir avuç merhametli kadın. İşte ileride ufkun narin maviliğinde yeni bir renk uyanıyor. Sıcaklık dalgaları parsel parsel cansız toprakları ısıtacak ve ben tek bir ana odaklanarak nefes aldığımı dahi unutuyorum. O mütevazi sahil kasabasında kim olduğunu hatırlayamadığım fakat bana sadece hayallerimde var olan mutluluğu tattıran o adam ve ılık rüzgarın tenimi yalayarak bana bahşettiği o huzur... Özgürlük sadece tahayyül edebildiğimiz kadar özgürdür.