Özgürlük kavramını hemen hemen her filozof kendince değerlendirmiş ve yoruma açık bir durum olarak kalmıştır. Özgürlük, her zaman insanlığın en temel problemlerinden birisi olmuş, farklı bakış açılarıyla ele alınmış ve bu nedenle de herkesin üzerinde uzlaşabileceği net bir tanımı yapılamamıştır.

Peki özgürlük nedir? Özgürlük; kendinden başka kişiye zarar vermeden yaptığı her şey midir? Yoksa bilinenin aksine akıl sahibi olan her varlık zaten özgür müdür? Özgürlük apriori bir kavram mıdır? Empirist bir bakış taşır mı? Özgürlüğün evrenseli nedir? İstemek özgürlük müdür? Peki eylem nedir? Reeldeki özgürlük nedir? Tüm bunlara cevap ararken aslında özgürlüğün insan yaşamında en önemli bileşen olduğunu söylemek isterim. Özgürlük beraberinde sorgulamayı, bilmeyi, teorik ve pratik yaşamın ön koşulunu oluşturur.

Özgürlüğün felsefi anlamda tartışma zemini politik mi yoksa ontolojik mi olmalıdır sorusunun cevabını Alman filozof Hegel için ikilem yaratmaz çünkü politik olan ontolojik olandır. Hegel, Tarih Felsefesi’nde (çev. Aziz Yardımlı) özgürlük bilincini ki, tinin/canın/aklın özü olarak görüyor ve bu yüzden özgürlük bilincini aynı zamanda felsefenin oluşumu olarak ele alıyor. Hegel’e göre felsefe, tinin bu özgürlüğe dayalı etkinliğidir; tinin öz bilincine varması ve kendini gerçekleştirmesidir.

Geçmiş tarihe baktığımızda, özgürlüklerini almak için, canlarını ortaya koyarak kendileri ve gelecek kuşaklar için savaşan, kan döken bu uğurda çok ağır bedeller ödeyen insanlar, ülkeler olduğunu biliyoruz. Uğruna ölümleri göze alan insanların özgürlük anlayışı ile şu an sadece nefes alıp vermenin yeterli olduğunu söyleyen varlığından şüphe ettiğim us bilinci ile özgürlük denen bir kavramın ideada ve reelde gerekliliğini, varlığını ve önemini savunmayan üstelik daha da ileri giderek itaat etmenin bile özgürlük anlayışı ile bağdaştığını savunan insanlar ile eş değer tutulmamasını, bu kadar özsel bir konuda hassas davranılması gerektiğini düşünüyorum.

İtaat etmekten bahsetmişken, "düşünmekten korkma, yüreklice düşün" diyen aydınlanma döneminin filozofu Kant aynı zamanda özgürlük konusunda çokça düşünen ve bu konuda özgürlüğün en önemli kavram olduğunu vurgulayan biri ama isteme ve eyleme dökmek konusunda paradoksal bir ilişkinin de içinde de olan, dönemin önemli imparatoru Büyük Friedrich’in şu sözünü kendisi de alıntılamaktadır; "Ne düşünürsen düşün ama itaat et." Kant bu sözün destekleyicisidir. Bu denli özgürlük anlayışını temele oturtmaya çalışan bir filozof nasıl olur da kendi içinde çelişkiye düşüp bunu sorun olarak görmez. Düşünmek eyleme dönüşmediği sürece özgürlükten bahsedilebilir mi? Büyük Friedrich burada düşünmenin özgürce ifade edildiği ama düşüncenin eyleme dökülmesi konusunda kendisine itaat edilmesi gerektiğini söylüyor aslında bu durumda düşünce gizil bir şekilde pasifize edilmiş olarak gözüküyor. O dönemde bile düşünceyi özgür kılmak, günümüz dönemde bile olmayan durumun yüzyıl önce yapılmasına olanak sağlanması modern dönem adına utanç olarak görüyorum.

Özgürlük kendinde ve apriori bir kavram. Özgürlük istemenin ve eylemin birleşiminden oluşan bir durum. Neden özgürlük? Çünkü; ideal bir durum oluşturmada ve insanca yaşamanın ön koşulu olduğu için. Özgürlük keyfi bir durum değil aksine bireyin salt kendi iradesiyle iyi ve kötü ayrımını baskı ve zorlama olmadan yapmasıdır. Reeldeki özgürlük; kavramın dışında yaşanan bir durum; ben özgürüm, kimseye hesap vermem, istediğimi yaparım gibi çevreden duyduğumuz başıboş yapılan yorumlara şahit olabiliyoruz. İnsan, kavramı ve anlamını bilmediği bir etkinliği nasıl yaptığını savunur. Bu kendini bilmezlikten nasıl kurtulmalıdır. Özgürlük istediğini yapma olarak algılanmamalı. Kendi kendine sınırlar koyan ya da kendini sınırlarken kendi gücüne dayanan, dışarıdan engellenebileceği bir alana girmeyen kişi özgürdür. Özgürlük kendine boyun eğmektir. Bu tabi ki kölelik değildir. Özgür birey her anlamda kendini geliştirmenin ön koşulunu gerçekleştirmiş olur. Kendini gerçekleştirmeyi bilmeyen ve baskı altında olan her birey gelişmemişliğe ve geriliğe razı olur.