Otoriteye karşı koşulsuz bağlılığın ve birey olamama halinin demokrasi, özgürlükler ve sosyokültürel hayat üzerinde de etkisi olduğu açıktır. Özellikle doğu toplumlarında kurtarıcı bir gücün, liderin, kanaat önderinin ve otoritenin ihtiyacı hep hissedilmiştir. Hala da bu etki sürmektedir. Sebebi, insanın birey olma mücadelesini başaramamasında ya da hiçbir zaman bu mücadeleye girmek istememesinde aranmalıdır. Bu birey olamama hali, insanın diğer insanlara karşı bir bağımsızlığının olmaması, karar alma ve harekete geçme mekanizmasının işlevsiz kalması; başka bir anlatımla, kendi ayakları üzerinde duramayışının ifadesidir. Bazı toplum fertleri bir başına karar vermek, özgürce karar vermeyi istemek yerine; kendi adına düşünen ve karar veren bir kimsenin, çoğu zaman nesnel yetkenin isteklerine boyun eğer. Fakat bu boyun eğiş ve bazen aşırı olduğu koşullarda köleliği kabul etmek, aynı zamanda birey olamamış o insan için büyük bir rahatlık sağlar. Cemil Meriç jurnalde şöyle diyordu:” hürriyet rahatsız ediyor insanı. Bir güvensizlik duygusu çöküyor içine. Kendi başına karar vermek, yeni yeni durumlar karşısında davranışını tayin edebilmek, çok sıkıntılı bir iş. Hür bir dünya tehlikelerle dolu. Ancak tehlikeli bir hayata göğüs gerebilecek insanlar demokrasiye sevgi duyabilirler. Kaç babayiğit vardır buna dayanacak? Meçhul ve sayısız tehlikelere göğüs germektense tek tehlikeyi kabullenmek daha akıllıca. Çocuk da öyle yapar. Körü körüne bir kişinin emirlerine boyun eğer."  Jean Jacques Rousseau da Lorraine dukasının Polonya diyet kurultayında söylediği şu sözü kendi kendimize her gün tekrar etmemiz gerektiğini bize söylüyor: Özgürlüğün tehlikelerini köleliğin rahatlığına değişmem.

 

Toplumun, kabile liderinin, siyasi diktatörün, arkadaşlarımızın, yeri geldiğinde ailemizin yönlendirmesi ve baskısı olmadan kendi düşünce ve duygularımızla hareket etmek ve karar vermek. Neyi istiyoruz? Özgürlüğü mü, yoksa köleliği mi?