Her şey anormal bir şekilde yolunda gidiyordu. Saat henüz, işini yarına bırak diye söylenmemişti. Bunun neden olduğunu düşünürken Olwin birden takvime baktı ve "Tanrım" dedi, "yine tüm işleri gerekenden önce bitirdim sanırım". Kendi titizliğine ve hırsına maalesef onuncu kez küfür ediyordu. Bunun bir diğer sebebi de uyurçalışır olmasıydı. Hala yarım kalan bir şeyler olmalı diyerek evdeki tüm işleri kontrol etmeye girişti. Dosyaların hepsi çoktan bittiği için yapay zeka onları kongre odasına göndermişti. Temizlik robotu evin temiz olduğunu temizleme bölümüne, temel gıda robotu evdeki besinin yeterli olduğunu gıda bölümüne iletmişti. Diğer robotlar da gereken verileri gerekli bölümlere aktarmıştı. Normalde yapması gereken iş dosyasının üzerinde yazan günden tam bir gün veya bir hafta sonra bitirmekti. Ki bir gün sonra işi teslim etmek bile sizi toplumdaki en uyumsuz insan yapardı. O yüzden Olwin, toplumda nefret edilen biriydi. İşlerini bir gün sonra teslim eder ve Tembel Birlik Bölümü'nün kıdemlilerinden azar işitirdi. Ve asıl acı olan azar değildi, bu azarı parça parça bir haftada işitirdi. Belirlenen cümleler tam yedi parçaya bölünür ve yedi günde teslim edilirdi. Ama bu sefer farklıydı, tam onuncu kez aynı hatayı işlemişti, hayır bu bir hata değil, suçtu. Rahatistan ülkesinin en büyük mottosu şuydu: "Hız en büyük günahtır, Tanrı bile dünyayı altı günde yarattı." Ve maalesef o artık tam bir günahkardı, aceleyle odasından çıktı. Merdivenlerde yavaş adımlarla yürümeye vakti yoktu çünkü Rahatistan'ın en tuhaf yanı yakalama mekanizmasının hızlı çalışmasıydı. Güvenlik robotlarının birazdan evinde biteceğini bildiğinden acilen çıkması gerekiyordu. Belki de yüzü çoktan dev ekranlarda verilmişti. Toplum düşmanı Bay Olwin Slow. Soyadıyla bu kadar çelişen tek varlık karşı komşusu Rubuk Speed'di. Speed ailesi o kadar tembeldi ki her yıl onur ödülüne layık görülürlerdi. Ve Tanrım duş almadıkları için ne kadar kötü koktuklarını anlatmak için şunu söylemem gerekir ki evlerine bir kokarca koysanız "Beni buradan çıkarın!" diyerek çığlık atardı. Olwin, merdivenlerden koşar adım indiğinde müthiş bir kalabalıkla karşılaştı. Yakalanacağını düşündüğü anda saatin 12 olduğunu fark etti. Büyük ihtimalle bunlar Tembel Parti fanatikleriydi. Rahatistan'ın bu ismi almasındaki en büyük etken Tembel Parti'ydi. İnsanlara, daha az çalış, daha çok yaşa sloganıyla hizmet eden bu parti, ülke kurulduğundan bu yana iktidardaydı. Karşı tek parti Düzen Partisi'ydi. Ama onlar ilk konuşmalarında halk tarafından yakılarak öldürüldü. Ne düşünüyorlardı ki, tembelliğe alışmış bir toplumun karşısına çıkıp "Tembellik en büyük günahtır, bu günahla savaşmak için buradayız." diyen birilerini sağ bırakmaları mümkün değildi. Gereken tüm besin yetiştirme, maden çıkarma, teknoloji geliştirme için robotlar üretilmişti. Teknoloji açısından ilerlemiş, insanlık adına gerilemişlerdi. Olwin işte tam olarak bu yanmış insanlarla aynı sonu yaşamamak için insan sürüsünün arasından yavaş adımlarla geçmeye başladı. Henüz yüzü dev ekranlara çıkmamıştı anlaşılan. Bunu sağlam vücudundan biliyordu. Aslında belki de ölmek yakalanmaktan daha iyiydi. Çünkü sırf işkence olsun diye onu tam beş yıl sorguya çekeceklerdi. Ara sokaklardan birinde saklandığı an telefonuna gelen mesaja baktı. Kız arkadaşı ona hazır olduğunu yazmıştı. Ne saçmalıyor bu diye düşünürken üç gün önce buluşmak için söz verdiğini hatırladı. Kadınlar acaba önceden de bu kadar yavaş mıydı, diye düşündü. Sonra ağır adımlarla yürüdü. Daha sonra yavaş adımların yerini hızlı adımlar almıştı. Ortalıkta kimse yokken hızlanacaktı. Derken birden bir çift el onu yakalayıp bir kapıdan içeriye soktu. Lütfen beni öldürün diye bağırdığı anda onu yakalayan adamın göğsündeki amblemi gördü. YKÖ, yani Yavaş Karşıtı Örgüt. Konuşmak için ağzını açtı ama hemen önüne bir kağıt koyup çöz diye bağıran başka bir ses duydu. Ne olduğunu fark edemeden kağıda bakıp bir bulmaca olduğunu gördü, çözmeye başladı, daha beş dakika olmadan ses ona durmasını emretti. Kağıda bakan adam, "Bu bir yavaş!" diye bağırdı ve onu oraya çeken adamı azarlamaya başladı. Anlaşılan örgüt kendisine adam bulmak için bu saçma yöntemi kullanıyordu. Onlar için yavaşsa ve yavaşlar için hızlıysa onun için gerçekten bir yer var mıydı? Yoksa yıllarca yavaşlık ilaçlarını kullanmasının sonucunda gerçekten onlardan birine mi dönüşmeye başlamıştı? Tüm bunları düşünürken şu an başına gelecek olan şeyi merak etmeye başladı. Kendilerini ispiyonlayabileceğini ve onu halletmelerini konuşan adamlara bakarak ağzını açtı ve YKÖ marşını söylemeye başladı. Adamlar hazırola geçtiğinde yavaş yavaş onlardan uzaklaşıp kapıdan çıktı ve koşmaya başladı. Tüm bu fanatiklerin arasında ne yapacaktı, insanlar bir şeylere bağlanmadan yaşayamaz mıydı? Adamların da onu kovalamaya başladığını fark edip ana caddeye çıktı. Kalabalığın arasında yavaş adımlarla yürürken takip edildiğini gördü. Şimdi hem hükümet hem de YKÖ onun peşindeydi. Sonra birden hatırladı, bir zamanlar bir bilimadamını uykudan uyandırıp -bilimadamlarının zihni aşırı hızlı çalıştığından derin uykuya yatırılıp bir sorun çıktığında uyandırılıyorlardı- ona ışınlanma cihazı yaptırtmışlardı. Tembelliğin en güzel icadıydı sanırım. En yakın ışınlanma cihazına ulaşmak için beş dakika yürümesi gerekti. Sonra arkasındaki adamları ekmek için aklına harika bir fikir geldi arkasını döndü ve, "Şunların armasına bakın bunlar YKÖ'den!" diye bağırdı. Kalabalık yavaş adımlarla adamlara döndü ve hareket etmeye başladı. Ama adamlar hızlıydı, sonra grubun dışında olan biri onları yakalamak için YKÖ marşını söylemeye başladı. Adamlar durdu, fanatikler tıpkı bir zombi filminden fırlamış gibi yavaş adımlarla o iki adamı öldürdü. Olwin hengamenin arasında ışınlanma cihazına girip ışınlandı. Bu işlemi tam 20 kere yaptıktan sonra sınır kapısına ulaştı. Gidilecek ülkelerin ışınlanma alanlarına bakarken hangi ülkeyi seçmek zorunda olduğunu düşündü ve sadece iki ülke vardı. Diğer ülkeler kapılarını tadilata almıştı büyük ihtimalle. Neyse ki ışınlanma cihazı yapıldığında diğer ülkeler onları teknolojilerini paylaşmakla veya ülkenin yok olmasını seçmek arasında iki seçenek sunmuştu. Hızistan'a gidemezdi orada bir günde ülke başkanları değişir, mahkemeler bir günde görülür, idamlar bir günde biterdi. Diğer ülkeye baktı ismini ilk defa duyduğu Cennetistan. İsmi bu kadar güzel bir yerin kötü olma ihtimali yoktu ya. Direkt ışınlanma alanına girdi, buraya ilk kez geliyordu ve aklından şu soru geçti: "Neden hiçbir güvenlik görevlisi yok?"


Gözlerini karanlıkta açtı Olwin. Başında beyaz önlüklü bir adam bekliyordu. Kollarını hareket ettirmeye çalıştı ama nafile. Bir masaya yatırılmış ve hareketsiz bırakılmıştı. Bu neden tavanın yerde olduğunu açıklıyor, diye geçirdi içinden. Başındaki adam ona doğru dönüp konuşmaya başladı. "Bakalım, sektör 12, kat 4, oda 42 bay Olwin Slow. Enteresan bir durum, soyadınıza rağmen baya hareketlisiniz. Bu arada bir süre sessiz kalacaksınız. Ama sorularınız varsa sorun, zihniniz bazı işlemler için bir bilgisayara bağlı, yani sorularınızı ekranda görebilirim. Bu arada çok fazla düşünceyi engellemek için bir kod lazım. Sorularınızı sormadan önce, soru demeniz ve soru sormanız gerekli."

Ekranda yazılar belirdi. "Soru, ben neden buradayım ve burası neresi, neden bağlıyım?" Doktor genzini temizledikten sonra konuşmaya başladı. "Öncelikle Bay Olwin şunu belirtmek isterim ki siz bir toplum düşmansınız. Ve bu sanırım ilk sorunuzun cevabı aynı zamanda. Burası bir özgürleştirme laboratuvarı, zihninizi yavaşlatıp bazı fonksiyonları azaltmak zorundayız. Sizi öldürme gibi bir niyetimiz yok, buraya sizin gibi binlerce insan geliyor. Herkesi öldürsek sanırım bu ülke ayakta kalamazdı. Ve burada olma sebeplerinizden bir diğeri de aptallığınız. Şahsen bu ışınlanma politikasının işe yarayacağını düşünmüyordum. Ama sanırım umut dediğimiz kavram sizin gibi insanları kolayca bulmamızı sağlıyor. Bay Olwin, farklı ülkelere açılan ışınlanma kapısı diye bir şey yok. Aslında dışarısı diye bir şey yok. Biz istemediğimiz sürece herkes labirentte peyniri arayan fareler gibi ve inan labirentte peynir yok, sadece koku var. Olduğunu sandığın çoğu şey sadece toplumu ayakta tutmak için üretilmiş şeyler. Ve uyumsuzları ayıklamak için. Neden bağlı olduğunuzu açıklamama gerek yok sanırım. Ah ekranda yeni sorular var. Sana ne yapacağız, hımm güzel soru. Bir deneye katılacaksın, zihninde bazı şeyleri değiştireceğiz. Aslında amacımız ideal halkı yaratmak. Şu dışarıdaki fanatikleri biliyorsun değil mi? Onlar bu deneyin sonuçları. Ve bu uzun yıllardır tamamlanmaya çalışılan bir deney. Ama bizim istediğimiz bu değil, bizim amacımız kötülükten arınmış bir toplum yaratıp bunu kalıtımsal bir hale getirmek. O görmüş olduğun fanatikler sadece kötü gitmiş bir deney. Bu tembel halk ise bize karşı çıkabilecek hükümeti eleştirecek bir güruhu uzak tutmak için. Ne kadar az düşünür, bir şeyleri ne kadar ertelersen bizim için o kadar iyi. İnsanlara bir şeyler yapmak yerine uyumasını söylediğinde emin ol büyük çoğunluk bunun bir ödül olduğunu düşünüyor. Biz de deneyimize devam ediyoruz. Bu arada neden ideal toplumun olması gerektiğini sana göstermem lazım. İşte şu ekrana bak, göreceklerin eski bir toplum."

Ekran birden savaşlarla, yıkıma dolmaya başladı. Sebepsiz yere hayvanların öldürülmesini, insanlara işkence yapıldığını gösteren videolar peşi sıra geldiğinde Olwin, kusmamak için kendini zor tuttu. Bir hayvanı öldürüp başında gülen insanlar vardı. Bir çocuğu öldüren insanlar vardı. Ve o an eski zamanlardan kalmış bu insanlarla aynı türden olduğuna lanet etti.

"Görüyorsun ya, böyle bir toplum yerine ideal insan olan her şeye karşı hoşgörülü bir toplum yapmaya çalışıyoruz. Tabii deneylerde biraz gelişme var ama sonuna kadar çabalamamız lazım. Ve sen de bir devrimin basamaklarından biri olacaksın. Başka sorun var mı?"

Ekranda yazılar belirdi: "Soru, hayır." Ve yavaş yavaş bilincini yitirirken şu cümleleri duydu Olwin:

"Güzel, çünkü soruların olsaydı zihninde yapacağımız çalışma boşa gidecekti."

Olwin bir hafta sonra uyandığında aklında hep aynı cümleler tekrar ediyordu:

"Hız kötüdür, YKÖ kötüdür. Yavaş düşün, yavaş öl."