Özgürlük nedir? Kelime anlamına, etimolojik kökenine ve diğer dillerdeki söyleniş biçimine bakmaya hiç niyetim yok. Zaten bir şeyin kökenine bakınca veya konuyu derinleştirmeye başlayınca işin suyu çıkabiliyor, laf kalabalığı olabiliyor ve işin bir de ilginç yönü kusurlu birkaç şey de çıkabiliyor ve sonra kusuru kapatmak için birtakım yeni şeyler eklemek veya çıkarmak zorunda kalabiliyor insan. İşte o anda bazen en kötü olasılık olsa da işi tamamen bırakabiliyor. Tam da buna değinmek için özgürlük adında bir yazı yazma hissi oluştu işte. Tam da bu çabaları eleştireceğim bir yazı olacak. Çünkü bana kalırsa bu çaba, eğer varsa o bir şeyin kusuru, o kusuru daha da büyütmek için yapılmış çabadan başka bir şey olmuyor. Bu yüzden etimolojik analizi çok seviyor olmama rağmen bu ve diğer çabalara girmeyeceğim. Neden mi? Çünkü bu yazıda özgürüm ya da öyle bir şey. Zaten bir şeyi tanımlamaya çalışmak bile özgürlük değil bence. Bir şeyin sınırlarını belirlememek, o sınırları prangaya dönüştürmemek, bir hapishaneye dönüştürmemek. İşte özgürlük budur.

Önce bana göre özgürlük ne değil onu belirtmek isterim. Bunu yaparken de kendime göre özgürlüğün bir tarihsel incelemesini yapmayı olumlu buluyorum. Böyle yaparak biraz özgür, biraz da kendimce özgür bir yol izlediğime inanıyor olacağım. Yazı bence özgürlüğü daha iyi anlatır diye inanıyorum. Çünkü bu insanın elinden alınırsa özgürlüğün hem kelime anlamının deforme olacağına hem de bir tabu olarak kalıp solacağına inanıyorum. Çünkü eğer bir şey tabu olursa artık tadı kaçmaya başlamıştır.

Yazı nasıl özgürlüğü daha iyi anlatır diye sordum kendime bir an. Çünkü kimse özgürlüğü tanımlayamıyor ama yazı o kadar kural ve kalıplar içerinde ilerliyor ki. Her satırda hissediliyor o baskı veya ben baskı olarak görüyorum bunu. Kimileri bu kural dizinini sevebilir ve yaşamak ister duyguyu sonuna dek. İşte insanın farkı burada çıkıyor. Çünkü tanımlar bile ne kadar nesnel gözükürse gözüksün her insana hitap etmeyebiliyor.

İnsanın diğer canlılardan farklı olduğunu söyleyen sayamayacağım kadar çok kişi, sayılamayacak kadar söz söylemiştir. İşte bu durumun da ayrı bir özgürsüzlük ortamı doğurduğunu düşünüyorum. Bu akıl dolu sözler ve aklın gösterdiği güvenli yol insanı cezbediyor. Aklın doğuşu bence özgürlüğü hem doğurmuş hem kundaklamış hem beşiğe mahkûm etmiş hem de onsuz, yani akılsız, bir şey yapamayacağını söyleyerek bir ana kuzusu hâline getirmiştir. İşte bu yüzden insanoğlu bence aklı bir şeylere erdiğinden beri soru sormayı, yalan söylemeyi, kalıpları, bir şeyleri paketlemeyi, etiketlemeyi tanımlama yapmayı, yani kendini durduramadı. Durduramadığı bu işin ilginç kısmı ise şu oldu bence: Bu durduramadığı süreç çok hoşuna gittiği için ya da belirsizliğe karşı bir hoşgörüsüzlük oluştuğu için özgürlüğü tutup içten içe çürütmeye devam etti. Bunu belki bilerek belki korkudan belki durumu korumak için ve belki başka kestirilmeyecek pek çok şey için yapmış olabilir. Bu durum kanımca uzun bir süre çalkalantılı da sürse bir müddet böyle devam etti. Sonra bu etiketleme işi tuhaf bir yol izledi ve işler karışmaya başladı. Zira insanlık şunu anladı. Çok karıştırmıştı her şeyi ve nasıl düzelteceğini de bilmiyordu, bir yol da bulamıyordu. Belki ilk yapılma sebebi unutulduğu için böyle gelmiş böyle gider deyip aynen devam edildi.

Şunu da fark etmiş olabilir; bilinen, etiketlenen veya paketlenen pek çok şeyin artık bilindiği gibi olmadığı ortaya çıktı. Bu durum bir korku yarattı ve korku sonucunda pek çok olasılık hesaplandı. Akıl sayesinde ve bu sayede daha ortaya çıkmamış olan bazı konularda incelenmeye başlandı. Sonra akıl şunu fark etti, ne kadar hesaplanırsa hesaplansın belisizliğin muazzam boyutlarda olduğunu gördü veya belirsizliğin muazzam olduğunu zannetti. Bundan dolayı da etiket üstüne etiket, kalıp üstüne kalıp, duvar üstüne duvar ekledi. Sonra da aklın korkunç tabusu doğmaya başladı. Bunu fark edenler, işte bundan dolayı şunu kabul ettiler, "İnsanlık olarak ya bir yanılgı içindeyizdir ya da konuyu veya bir şeyi tam olarak bilmiyoruz ve bilemiyoruz. Bunu bilebilece, anlayabilecek kapasitede miyiz? Bunu da bilmiyoruz. Hayvanlardan farkımız olan aklımızla bunu çözmeye çalışacağız.’’

Bence başlangıçta bu kalıp biraz rahatsızlık veriyor olsa da devam ediliyor buna.

Zaman geçtikçe ilginç bir durumun ortaya çıktığı fark ediliyor. Bazılarına sürekli olarak bir kalıbın, paketin içinde veya bir etiket altında yaşama duygusu ne kadar sıksa da güven veriyor. Huzur veya mutluluk değil güven veriyor. Bu güven neticesinde insanlar özgürlüklerini yitirmiş olsalar bile önemli değil. Çünkü bilinemezliğin, karanlığın ve anlaşılamaz olanın yarattığı güvensizlik ve devamında gelen korku başka boyutlara ulaşıyor. Çok az insan güven duygusunu değil de huzur ve mutluluğu seçiyor ve bu tercihi yüzünden ya dışlanıyor ya da tasfiye ediliyor.

Buna rağmen pes edenlerin yanında bu uğurda ölenler, yakılanlar, taşlanarak öldürülenler sayesinde insanlık tam anlamıyla karanlıkta kalmadı. Çünkü bıçak kemiğe dayandığında insanlık tek bir bilinç hâlinde hareket edebiliyor.

Bu yazıyı yazdığım zamanlarda tüm dünyayı kasıp kavuran salgın insanlığı korkutsa da şunu fark ettim. İnsanlık tehlikeli olsa da kendisinden ödün vermiyor ve özgürlüğü kısıtlayanların korktuğunu gördüm. Bir şey gördüm, insanlar birbirlerine ne kadar çok benzediğini ve kendilerinden başka yardım edecek başka varlığın olmadığını fark ettiler. Tanrıya inanan, inanmayan herkes bir araya geldi. Fırsatçılar yine meydandaydı. Fakat bunlara rağmen insanlar bir aradaydı ve hâlâ özgür ve tehlikeli olduğunu gördü. İşin ilginç yanı bunun farkındalar ama hâlâ kurallara uyuyorlar. Çünkü kurallara uymayı istemek de bir tercihtir ve bu da başka bir özgürlüktür. Görüldüğü üzere ben de özgürlüğü tanımlayamadım. Kendimce yazdım. Kendi sınırlarım ve özgürsüz kalıplarımla.

Özgür değiliz dostlarım. Üzerinde yaşadığımız dünyayı anlamaya çalıştığımız ve dünya hakkında düşünceler oluşturduğumuz müddetçe özgür değiliz ve aynı zamanda da özgürüz.