Yaşamak, özgürlüğü aramanın bedeliydi benim için. Halbuki çok sonradan öğrendim, özgürlük, yaşarken kazanılan bir şey değilmiş. Özgür olmak için; kalp kırmamak, kalbinin kırılmaması, pişmanlığının olmaması, duygularına veda etmiş olman gerekiyormuş.


Ben hiç ağlarken özgür hissetmedim. Gözlerimden kanlar akarken, ruhum kendime olan inancım bana sırtını dönmüşken hiç öyle özgür hissetmedim. Sevgisizliğe boğulmuşken, kalbim kırıkken özgür hissetmedim. ''Keşke''lerim varken de...


Ama başka ne zaman hissetmedim biliyor musunuz?


Mutluyken, yalnız değilken, seviliyorken, seviyorken... Kalp kırıklıklarımı birisi onarmak için var gücüyle çabalarken...

Belki huzurlu olabilirdim ama hiçbirinde özgür değildim.


Özgür hissettiğim bir an vardı ama. Gecenin bir yarısı, bomboş bir tarlanın ortasında, şehir ışıklarından uzakta, kapkaranlık bir yerde uzanıyorken idi o an. Her şeyin başladığı o an. Yaşamın zincirlerini gözlerimle görebildiğim o an.

Ilık yaz gecelerinin rüzgârı, tenimi yalıyordu yavaş yavaş. Telefonumda bir şarkı çalıyordu, sözsüz bir müzik. Gökyüzünde, uzun bir süre saymaya çalıştığım milyonlarca yıldız, ahenk ve kaos içerisinde bana göz kırpıyordu. Parıldayan yıldızlara, simsiyah göğe baktıkça, aklımdaki düşünceler yavaş yavaş uçup gidiyordu. Bir kabuğa dönüştüğümde yalnız, bir nefes tutma süresi kadar kısa o anda, o mavi gecede fark ettim, gerçek özgürlüğümü.

Benim özgürlüğüm, daha doğduğum gün elimden alınmıştı. O yıldızlı gökyüzünün altında yatmadığım her gece, birinin tiranlığıydı benim için.


Duygu belasından arınınca, elimden geleni yapınca, pişmanlığım olmayınca işte öyle bomboş bir insan olmuştum. O gece ilk kez özgürdüm. Nefes alma mecburiyetim bile yoktu o kısacık anda. Hiç kimseye kendimi açıklama mecburiyetim yoktu.


Ses yoktu, ışık yoktu. Öyle ki nefesimi tuttuğum o zaman, yattığım toprağı bile hissetmemiştim. Yalnızca, koca gökyüzünü dolduran yıldızlar ve göğe bakarken bomboş kalan ben vardık.


Fark ettim ki özgür olmaya giden tek yol, bomboş olmakmış. Nefes almanın bile kölesiyken özgür olamazmışım. Ölüm, özgürlükmüş.


Şimdilerde ölüyüm ben. Huzurlu değilim bazen belki. Fakat en azından özgürüm. Artık her gece, yıldızların arasında, süzülüyorum uzay boşluğunda.


Arada sırada uğruyorum evime. Eşyalarım eskimiş, çürümüş, kitaplarımın üzerinde bir parmak toz var. Güveler dadanmış odama. Unutmuş insanlar beni. O pişman olunan anılar, hafızalardan silinip gitmiş. İki yüzlü dostlukların, bir yüzü kaybolmuş.


Yaşam zincirlerine bağlanmış insanlar, bu kapkalın zincirleri bile zamanla fark edemez hâle gelmiş.

Hayatta her istediğini yapanlara ise özgür denilmiş.

...