Hayatımızın içinde bir öz olarak var olan özgürlük kavramına acaba sahip miyiz diye her zaman düşünür insanlar. Fikrimizin temeline oturttuğumuz varlığın bir hayvansal içgüdüyle doğada gördüğü ve farkında olmadan kendisi için bire bir kopyalayıp yapay ortamını (avlanma, sürü yaşamı ve birey yaşamı, barınma gibi) kısmen kendi dimağı sayesinde şekil verdiğini de göz önünde bulundurarak benimde bu konuyla ilgili ufak tefek fikirlerim var.


İnsanın vücudundaki en küçük canlılık özelliği gösteren hücreyi ele alalım. İçerisinde mitokondri, ribozom, lizozom gibi hücrenin içinde farklı görevleri olan asıl canlılık özellik gösteren organeller var. Hücrenin dış çeperi, sitoplazması, yani kütlesel olarak en çok yer kaplayan bölümü cansızdır. Hücrenin bölünmesi, bazı hücrelerin yer değiştirmesi vs. bu organeller aracılığıyla olur. Hücrelerin de birleşimi ile et, kas ve organ sistemi olup kemiklerin birlikte durup dağılmamasını sağlar hem de kemiklerin doğrudan bir yardımı olmaksızın. İçerisinde veya dışarısında belirli miktarda canlılık özelliği gösteren cansız maddeleri canlı olarak ele alabiliriz. Bu durumda bir hücreyi, mikro organizmayı, bitki veya hayvanı canlı statüsüne alabiliyoruz. O halde dünyayı ele alacak olursak içerisinde birçok canlı barındırdığı için en azından yarı canlı bir varlık olarak ele alabilmeliyiz. Dünya yarı canlı bir varlıksa eğer acaba dünya özgür müdür? Sonuçta güneşin etrafında kendi iradesi dışında hareket ediyor. Ama bu irade dışı hareketinden içindeki canlı yaşamının bir itirazı yok, hatta varlıklarını sürdürebilmeleri için enerjisine muhtaçlar. O halde varlıklar içerisinde bulunan canlılık faaliyetlerinin sürekliliği, yani çarkın dönmesi için belirli şeylere muhtaç olurlar. Bu durumu her ortamda görebiliriz. Buna özgürlüğü kısıtlayıcı bir etmen olarak düşünülse de işin özünde yararlılık vardır. Dünya içerisindeki canlı topluluklarını ele alacak olursak çiçeklerin renkli yaprakları, arıların dikkatini çektiği için renkli çiçeklerin polenleri daha hızlı taşınıp daha geniş alanlarda döllenmesiyle farklı çiçeklerle çeşitlilik arttırıp doğal sirkülasyonu hızlandırır. Aynı şekilde etçil hayvanların dolgun, sağlıklı bir ava yönelmeleri de aynı olaydandır. İnsanlarda da bu olay reklamcılık ve satış sektörünün birleşimiyle aynıdır. Bir giyim, takı, gıda, ev, araba veya teknolojik ürünü televizyon, gazete, internet yoluyla renklendirip bir çok sektörden geçen o malzemeyi satmasıyla kişiler yapay bir avlanmayla para karşılığı (taştan) evlerine gıda ve farklı ihtiyaçlarını alır. Aynı şekilde farklı meslek grupları için de geçerlidir (öğretmenlik, tamircilik, devlet memurluğu vs.). İnsanın ürettiği toplum yapısında hiç bir olgunun doğruluk değeri olmadığından yani her yapılan işin bir hayal ürününün yansıması (Yazının icadı, zenginlik, toplumsal statü ve insan ürünü olan özgürlük teriminin kendisi bile...) olduğu için özgürlüğün kısıtlanması söz konusu bile değildir. Yarar konusuna gelecek olursak insanın en özgür olduğu zaman sadece yaşadığı zamanadır. Eğer madden ekosisteme katkıda bulunuyor ise (nefes alıp, dışarı karbon monoksit vermesi ile bitkilerin fotosentez yapması, vücut atıkları ile toprağın besince zenginleşmesi vs. vs. vs.) insan özgürdür. Yani en ekstrem örnek olarak bir insanı doğuştan, ölümüne kadar bir zindanda dahi tutsanız -ki insansal hormon ve düşünceleri bir kenara bırakacak olursak- o insan yinen ede özgürdür. Çünkü o birey öldüğünde vücudunda farklı yaşam formları yararlanacak çürükçül bakteriler, eklem bacaklılar gibi. Bu da bir insanın talihsizliği gibi düşünülse bile bir devinim neticesinde başka canlıların kazanımlarıdır. Özgürlük bana kalırsa paradokstur. Hem bizzat insanoğlunun yarattığı sistemi yine insanların kendine dayatması olarak...