Bir zamanlar evim vardı. Evimde odam yoktu ama her oda bana aitti orada.
Annemin çiçekleri bir başka açıyordu, başka bir gözle okuyordu babam gazetelerini. O sofrada başka türlü doyuyordu karnım. Bizim evde ne olursa olsun sevgi konuşuyordu. Küçük şeylerle mutlu olmayı orada öğrendim, babam türlü sınavlardan geçerken gülebildiği zaman ben de güvenmeyi öğrendim.
Sevdim çok sevildim. Bir gün her şey bitecek diye belki de fazla iyiye yordum olanı biteni.
O gün geldi. Güzel şeyler bir bir bitmeye başladı. Zaten hiç bir güzellik sonsuza kadar sürmeyecekti. Önce babam gitti. Hayata ilk güvenim o zaman kırıldı belki de. Bağırmayı bile bilmiyordum , hesap sormayı. İhtiyaç duymamıştım hiç. Babam bir anda habersiz gidince kimseye soramadım neden diye, bağıramadım yine annem üzülür diye.
Tüm duygularımı, özlemimi , söyleyemediklerimi başımı annemin omuzuna koyarak, bir bir atlatmayı düşündüm. Öyle ya annem de sessizdi. Benimle iyice kapandı içine. Birbirimizi üzmemek için babamın özlemini koyduk sırtımıza ağır bir yük gibi. Ama kimse bu yükü sırtlandığını itiraf edemedi. Biz birbirimizden güç alacaktık bundan sonra.
Sonra. Sonra diyorum ama bundan sonrası daha güç.
Annem de gitti. Bıraktı beni. Eksildiğim yerleri uyuşturdu bu acı. Anlam veremedim. Annem gidince ilk kez bağırdım avaz avaz. Susturamadılar beni o gece. Kıytırık bir iğneye başvurdular.
Ben de direnmemeyi seçtim.
İlk kez kendi sesimi duydum o gün çok yüksek bir tonda.
Kendime ağladığımı duydum. Yıllar geçti. Belki bağırırken içimde duyduğum öfke bile geçti çoğuyla. Ama geçmeyen, her gün artan bana miras kalan özlem hiç geçmedi. Bir yerler de unutur gibi olsam , unutur gibi davransam aklıma geldi öylece susturdu beni. Kaskatı kesti. Ama sonra ona da alıştım. Özlemi sevmeyi seçtim.
Hatırlayamadıklarımı hatırlamayı.
Kabullenemediklerimi kabullenmeyi.
Özlemim benimdi çünkü. Onu kimse benden alamayacaktı. Özlemim kimsesizliğimden büyüktü. Hem de çok daha büyüktü. Beni ondan başkası tamamlayamazdı...